Anksiyete, kaygı bozukluğu ve terapisi

Anksiyete; belirsiz, nedensiz bir şekilde kişinin içinden gelen korku, kaygı, bunaltı, sıkıntı veya kötü bir şey olacakmış hissi olması halidir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, kişiyi aslında tehlikelere karşı koruma görevi üstlenen ve son derece sağlıklı bir tepki olan kaygı duygusunun patolojik bir hal almasıdır da denilebilir.

Bir problemle başa çıkabilmek için önce problemin adını koymamız gerekir. Endişe ve kaygı kelimeleri sıklıkla birbirinin yerine geçen,  birbirinin yerine kullanılan kelimelerdir.

Endişe; zihinsel, düşünsel bir süreçtir. Zihinde oluşur.  Düşünsel olarak gelecekte olması muhtemel olumsuz sonuçlar meydana gelmesini beklemek veya buna hazırlanmakla ilgilidir. Olabilecek en kötü, en felaket şeyleri düşünmek de denilebilir. Ya kaza olursa, ya hastalanırsa, ya ölürse v.b.

Endişeler zihinde olurken, kaygı bedende olur. İnsanlar tehlikedeyken, ya da kendilerini tehdit altında hissettiklerinde bedenlerinde hissettikleri değişimin adıdır. (kalp atışında hızlanma, mide- bağırsak sorunları, terleme, titreme,  baş dönmesi, nefes alıp verme hızında artış v.b) Bu bedensel duyumlar, aslında bedeninizin sizi bir tehlikeye karşı harekete geçmeniz için fiziksel olarak hazırlamasıdır. Sizi tehlikden ya da tehditten mümkün olduğunca hızlı çıkartmak için çalışır.

Kaygı, bedenin tehdit ve tehlikelere karşı tepki vermesi için tasarlanmış daha büyük bir sistemin parçasıdır. Bu sisteme bazen kaç, bazen savaş, bazen de dona kal yanıtı verilir.

Kaygı, tehlike altında olduğunuzu düşündüğünüz her durumda tetiklenir. Gerçekten tehlikede olmadığınız durumlarda bile tetiklenebilir. Kaygı bedenimizin duman dedektörü gibi çalışır adeta. Nasıl ki yangın dedektörü, yangın olmasa bile kokusunu hissettiğinde de çalışıyorsa bizde de sistem aynı çalışır. Tehlike ya da tehdit hissettiğinde, bedenimiz duman dedektörü gibi çalışır ve kaygı tepkisi verir.

Danışanımın sorduğu bir soru vardı hocam diyor patronumun bana fiziksel zarar vermeyeceğini bilmeme rağmen işe geç kaldığımda niye  sanki bir köpekten korkmuş da  kaçmışım gibi kaygı duyuyorum ? cevabı basit çünkü; insanların bedeninde sadece bir tane tehdit saptama sistemi vardır. Bu sistem, fiziksel ya da sosyal tehditler arasında ayrım yapmaz, ondan dolayı kaygı duyarız.

Endişenin iki bileşeni vardır; Birincisi, olabilecek en kötü şeyleri ve bunların sonuçları hakkında düşünmek, ikincisi ise; Bu olumsuz durumlarla başa çıkabilmek için zihinsel girişimlerde bulunmaktır. Şu olursa böyle yaparım. Bu olursa şöyle davranırım gibi.

Endişeler tipik olarak ya olursa soruları ile başlar. Gelecekle ilgilidir ve olumsuzdur.

Kaygı döngüsü aşağıdaki gibidir. (Üç çeşit durumla tetiklenir.)

  1. Öngörülemez  durumlar (sınavlar, mülakatlar v.s. zor mu geçecek  kolay mı olacak nasıl geçecek gibi düşünceler)
  2. Yeni durumlar (yeni bir işe başlamak, yeni eve taşınmak, yolculuğa çıkmak v.b)
  3.  Belirsizlik durumları ( Patronun acil görüşme talebi, acaba kovuldum mu? Terfi mi aldım? Fırça mı atacak? v.b)

Tüm bu durumlarda ortak nokta neler olacağından emin olamamak vardır. Durumun sonucu ve onun nasıl baş edeceğiniz belirsizidir. Bu yüzden de zihinsel olarak plan yapmaya ve hazırlanmaya başlarsınız. Potansiyel olarak olabilecek tüm olumsuz şeyler hakkında endişelenmeye ve kendinizi nasıl koruyacağınıza odaklanırsınız.

Belirsizliğe olan toleranssızlığı bir alerji gibi düşünebilirsiniz. Eğer polene karşı bir alerjiniz varsa güçlü bir tepki vermeniz için küçük bir miktar polen yeterlidir. Hapşırırsınız, gözleriniz sulanır. Kaygı bozukluğunda da aynı durum söz konusudur. Küçük bir belirsizlik karşısında aşırı kaygılı hisseder ve endişe duyarsınız.

İnsanlar öngörülemeyen, yeni ve belirsiz durumlar karşısında endişelenirler bu çok doğaldır. Endişelenmemiz bir sorun olduğu anlamına gelmez, gelmemelidir. Bu endişe durumu aşırı olduğunda, kontrol edilemez olduğunda, kişinin günlük hayatını ( ev, iş, okul, uyku, yemek, çalışma v.b) olumsuz etkilediğinde  bir sorun olmaya başlamış demektir.

Endişeli insanlar dünyaya mikroskoptan bakarlar. Küçük, belirli parçaları çok net görmeye çalışırlar, ayrıntıda boğulduklarından dolayı büyük resmi kaçırırlar.

Endişelerine o kadar fazla odaklandıkları için, dikkatleri tehditlere yönelmiştir. Onun için günlük olaylara odaklanmakta zorluk çekerler.

Kaygı bozukluğu olan insanlarda kontrolcülük çok fazla olmaktadır. Kontrolü kaybettiklerinde ya da kontrol ellerinden gittiği duygusunu aldıklarında çok yoğun kaygı yaşarlar.

Kaygı bozukluğu yaşayan insanlarda hata yapma korkusu kaygı bozukluğu yaşamayan insanlara göre çok daha fazladır.

Kaygı ile  yorgunluk, kaygı ile uyku sorunu arasında paralellik vardır. Kaygı bozukluğu yaşayan kişilerde uyku sorunları sık görüldüğünden, bu kişiler kolaylıkla gün içinde yorulurlar, yorgun görünürler. Tükenmişlik duygularını daha yoğun yaşarlar.

Kaygı ile sinirlilik arasında paralellik vardır. Sokakta yürürken bir köpek size saldırsa ya da kovalasa o an tanıdığınız birisi size gelse, dese ki;  akşam yemeğinde ne yemek istersin? Muhtemelen o kişiyi bozarsınız sırası mı şimdi dersiniz. Kaygılı insanların öncelikleri, kafalarında olan endişeleri ön planda olduğu için onlara bir şey sorduğunuz zaman asabi cevaplar verirler. Çünkü; öncelikleri farklıdır. Kafalarında halletmeleri gerekenler vardır ve onları çözemedikleri için oradaki duyguyu size yüklerler.

 Kaygı ile kas gerginliği arasında paralellik vardır.  Kaygı bozukluğu olan kişiler özellikle boyunlarında ve omuzlarında ya da çenelerinde kas gerginliği olduğunu belirtirler. Bu sürekli kaygılı olmanın sonucudur.      

Anksiyete bozukluğunun belirtileri nelerdir?

  1. Anksiyete Bozukluğunun Fizyolojik Belirtileri: Çarpıntı, terleme, titreme, kızarma, nefes darlığı, bunaltı, ağız kuruluğu, kusma, ishal, uyku sorunları, yeme sorunları, cinsel sorunlar, karın ağrısı, sık idrara çıkma
  2. Anksiyete Bozukluğunun Duygusal Belirtileri: Özellikle her an tetikte olma ve alarmda olma hali kişiye hakimdir. Korku, endişe, huzursuzluk, panik, çaresizlik gibi duygular eşlik etmektedir.
  3. Anksiyete Bozukluğunun Davranışsal Belirtileri: Anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerin en karakteristik davranışsal özelliği kaçma, kaçınma veya donup kalma davranışlarıdır. Kaygı uyandırabilecek her türlü durum, ortam ve yerlerden kaçınma davranışı sık olarak görülmektedir.
  4. Anksiyete Bozukluğunun Bilişsel belirtileri: Çok yoğun kaygı ve endişeler, kişinin düşünce yapısını da  olumsuz etkiler. Dolayısıyla kişi, sağlıklı düşünme yetisinden de uzaklaşabilmektedir. Bu kişilerde  konsantrasyon ve dikkat sorunları yoğun görülmektedir.

Anksiyete nedenleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ancak travmatik olayların, bozuk, çarpıtılmış, adaptif olmayan düşüncelerden, kişinin iç dünyasındaki çatışmalarından ve  genetik yatkınlığın anksiyete bozukluklarına neden olduğu düşünülmektedir. Bazen öğrenilmiş bir davranış olarak  da  karşımıza çıkabilmektedir.

Anksiyete bozukluğu ifadesi bir üst başlık gibi düşünülebilir. Temelinde kaygı, bunaltı olan farklı rahatsızlıkların genel adıdır diyebiliriz.DSM 5 tanı ölçütlerine göre 11 tane anksiyete bozukluğu  vardır.

  1. Yaygın Kaygı Bozukluğu Belirtileri
  2. Ayrılma Kaygısı Bozukluğu
  3. Seçici Konuşmazlık (Mutizm)
  4. Özgül Fobi
  5. Sosyal Fobi – Toplumsal Kaygı Bozukluğu Belirtileri
  6. Panik Bozukluğu Belirtileri
  7. Agorafobi Belirtileri
  8. Maddenin/İlacın Yol Açtığı Kaygı Bozukluğu
  9. Tanımlanmış Diğer Bir Kaygı Bozukluğu
  10. Tanımlanmamış Kaygı Bozukluğu
  11. Başka Bir Sağlık Durumuna Bağlı Kaygı Bozukluğu

Kaygı bozukluğu tanısı neye göre konulur?

Teşhis bir derece durumudur. Yani;  kaygı bozukluğu yaşayan tüm insanların aynı olmadığı gibi  kaygı bozukluğu yaşamayan tüm insanlar da aynı değildir. Herkeste kaygı az da olsa vardır.Kaygı bozukluğunda sorun oluşturan durum, kaygının, endişenin derecesidir aslında.  Endişenin, kaygının sıklığı, ciddiyeti, aşırılığı ve kontrol edilemez oluşudur.

Kaygıyı, endişeyi sıklıkla yaşadığınızda, günlük hayatınızın kalitesini bozduğunda sorun oluşturur. Örneğin; sunum yapma kaygısından dolayı derse, okula gitmezseniz o zaman o kaygı günlük hayatınızı etkiliyor demektir.

Spor olsun diye asansör yerine merdivenleri kullanmak farklı, asansörde kalırım diye kaygıdan dolayı asansör yerine merdivenleri kullanmak farklıdır. Yani ne yaptığınız değil, onu niye yaptığınız önemlidir.  Yaptığınız şeyi bir tercih, bir seçim olarak yapmak farklıdır, kaygıdan dolayı yapmak farklıdır. Bir şeyi kaygıdan dolayı yapıyorsanız, aslında gerçekten onu yapmayı seçmiyorsunuz, onu yapmaya kendinizi mecbur hissediyorsunuz.

Günlük olaylarla ilgili aşırı ve kontrol edilemez endişenin olmasıdır. Endişe süreklidir. 6 aydan daha uzun zamandır mevcut olması ve kişinin hayatındaki bir stres etkeninden kaynaklanması da gerekmemektedir. Endişe hayatının bir parçası olmuştur adeta. Bu kişiler; kendilerini huzursuz, diken üstünde, gergin hissederler. Kolay yorulurlar, konsantre olmada ya da zihinlerini boşaltmada güçlük çekerler, sinirli ve huysuz olurlar, kas gerilimleri fazladır, uykuya dalmakta, uykuyu sürdürmekte, yemek ve cinsel hayatlarında da sorun yaşarlar.

Kaygılandığınız durumlara,  kaygılarınızın şiddetine, sıklığına, türüne, tetikleyicilerine  ya da kaygınızın konusuna bakarak  kaygınızın hangi kaygı türüne girdiğine, ya da kaygı  bozukluğu olup olmadığına karar verilir.

Kaygı bozukluğunun terapisi:

Kaygıyla ya da herhangi bir semptomla  baş etmek bir dağa tırmanmak gibidir.  Bir çaba gerektirir.  Terapiye başlamak aynı zamanda o semptoma meydan okumayı gerektirir. Bunun için de kendinizi önemsemeyi, kendinize değer vermeyi gerektirir. Nasıl ki dişiniz ağrıdığında dişçiye gidip çürük varsa dolgu yaptırıyorsunuz.  Psikolojik rahatsızlıklar ve değişim motivasyonu için de bir uzmana gitmenizin  ve destek almanızın faydalı olacağını düşünüyorum.

Duyguları ip ucu gibi kullanmak ve yineleyen sorunların listesini çıkartmak terapilerde önemlidir. Ne tür şeylere endişe duyarsınız, endişelerinizi neler tetikler? Tetikleyicilerin tanınması önemlidir. Endişelerinizin izini sürmelisiniz, endişe kaydı tutmanız önemlidir. Ne zaman ve hangi durumlarda artıyor? Bir şeyleri yazmak onları netleştirir, somutlaştırır, tanınmasını ve  tanımlanmasını da kolaylaştırır ve üzerinde çalışmayı da kolaylaştırır.

Bilişsel davranışçı terapi tekniği etkili bir yöntemdir. İnsanların olaylara tepkileri büyük ölçüde o olayları, durumları nasıl yorumladıklarıyla ya da o olaylar, durumlar hakkında nasıl düşündükleri ile ilgilidir.  Terapistinizle düşünce- duygu-davranış döngünüzü anlayabilirsiniz. Nasıl davrandığınız, sadece durum tarafından değil, aynı zamanda duruma atfettiğiniz, yüklediğiniz anlam ile de ilgilidir. Kaygıda,  duruma verdiğiniz anlam ve onu nasıl yorumladığınız ile terapist eşliğinde çalışmak fayda sağlayabilmektedir. Yeni bir gözlükle olaylara, durumlara bakmak duygularınıza iyi gelebilmektedir.

Dinamik terapi, kaygı bozukluğuna sorunun kendisi değil, sorunun bir sonucu olarak bakar. Dinamik terapi  ile endişe ve kaygının arka planındaki birincil duygular ile çalışılır. Problemin kendisinden ziyade özüne bakmak da denilebilir. (Endişelenmeseydi iyi bir anne- baba olmamış olacaktı,  endişenin altından suçluk duygusunun çıkması gibi.)

Emdr terapisi tekniğiyle kaygılar endişeler, geçmiş  travmatik anılar duyarsızlaştırılabilmektedir. Emdr de  anılarla çalışırız. Travmatik ve işlenmemiş anılar emdr nin konusudur. Psikopatolojinin konusudur. İşlenmemiş anılar çok çabuk tetiklenebilir. İşlenmemiş anılar, beyinde kilitli kalır. Tetiklendiğinde anksiyete oluşturabiliyor.

Hipnoz:  Kişiye sıkıntı veren, bir türlü unutamadığı anksiyete  yaşantılarının, anılarının, travmalarının temizlendiği, ego gücünün artırıldığı bir terapi tekniğidir.

İlaç Tedavisi: Doktorunuz anksiyete semptomlarınızı  hafifletmek için çeşitli antidepresanlar, ilaçlar, yatıştırıcılar verebilir. İlaçların asıl amacı kısa süreli rahatlamadır, uzun süreli kullanılması amaçlanmamaktadır. Ayrıca hangi ilacın size daha iyi geleceğine karar vermek ve artılarını eksilerini konuşmak adına doktorunuzla bir araya gelmeniz iyi olacaktır.

Hangi terapi tekniğinin daha faydalı olacağı danışanla görüşüldükten sonra, (anamnez alındıktan sonra) danışanın değerlendirmesini yapan terapist tarafından veya terapist ve danışanın ortak kararıyla belirlenebilir.

Son olarak şunları söylemek istiyorum. Şunu hiçbir zaman unutmayın; Hiçbir pişmanlık geçmişi, hiçbir endişe de geleceği değiştiremez. Her zaman şimdi ve burada olmayı seçin.

Sorunlar, ötelenerek, kaçarak, kaçınarak veya görmezden gelerek çözüme kavuşmaz. Eğer anksiyetenizin  kontrolünüz dışına çıktığını düşünüyorsanız, ev, iş, okul, arkadaşlık ilişkileriniz  bu durumdan  etkileniyorsa,  zaman zaman kontrolü kaybettiğiniz oluyorsa ya da kaybedeceğinizden korkuyorsanız, bir psikologdan yardım isteyebilirsiniz.

                 Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog /Emdr Terapisti 

Hayal kuran çocuklar

Çocukların biz yetişkinlerden daha başarılı oldukları alanlar vardır. Bu alanlardan  biri de hayal kurmaktır. Çocukların hayal dünyalarının zenginliği, onların gelişimlerini desteklediği gibi, gelecekte karşılaşacakları sorunlara daha kolay çözüm üretmelerine kolaylık sağlar. Çocuklar hayal güçleri sayesinde karşılaştıkları sorunlara bir çok farklı çözüm üretebilmektedirler. Çocuklar hayali oyunlar sırasında, hayal güçlerini sonuna kadar kullanabilmektedirler.  Mesela; Çocuk şöyle diyebilir: Anne bugün okulda resim yapıyorduk ne oldu biliyor musun? Çizdiğim dinazor kağıttan yere atladı. Hem de kanatlı bir dinazordu. Ben de sırtına biindim ve eve kadar uçarak geldim. Eve gelirken dinazorun sırtındayken de kuşlar bize saldırdı. Ama ben ateş çıkartan sopamla hepsini kaçırdım…

Çocukların hayal gücü akılalmaz bir şekilde sınırsızdır ve belli bir mantığı yoktur. 

Üretici, hayali oyunlar oynama fırsatı verilen çocukların, gerçek hayattaki sorunlara da daha üretken ve etkin çözümler sundukları bilinmektedir. Hayal gücü aynı zamanda merak duygusunu da geliştirir. Hayal eden ve merak eden çocuklar hayatla, yaşamla ilgili daha fazla soru soran ve dolayısıyla daha fazla bilgi edinen kişiler olurlar.

Çocukların  kalıpların dışında düşünebilmeleri, olaylara, durumlara farklı bir gözle bakabilmeleri, özgün olabilmeleri, kişilik geliştirebilmeleri için hayal gücü önemlidir.

Hayaller bir nevi kişisel amaçlardır. Hayalleri olmayan çocuğun hedefleri ve amaçları da olmayacaktır. Hayal gücü gelişen çocuklar, karşılaştıkları sorunları ve zorlukları daha çabuk atlatmaktadırlar.

Çocuklarda hayal gücü ve üretkenliğin ortaya çıkışı ile oyun gelişimi çoğunlukla paralel ilerler. Çocuklarda doğuştan merak duyguları vardır. Bu nedenle tanımadıkları, bilmedikleri tüm durumlara, nesnelere bu nedir? Sorusunu sorarak, inceleme yaparak, nesnelere dokunarak, tadına bakarak  meraklarını gidermeye çalışırlar. Elde ettikleri bilgileri kendi hayat dünyalarında yeniden anlamlandırırlar. Küçük  çocuklarda görülen hayaller daha somuttur. Yaş büyüdükçe hayallerin içeriği ve sınırları da değişir.

Çocukların hayalleri iç dünyalarına açılan kapılardır ve yetişkinlere onların düşünceleri, istekleri, duyguları ile ilgili fazlasıyla fikir verir. Çocuklar oyunda hayallerini ortaya koydukları zaman ya da sözel yolla anne-babalarına hayallerinden bahsettiklerinde, anne-babanın bu hayallerin gerçekleşmesi zor hayaller olduğunu ya da gerçekleşemeyeceğini ima etmeleri çocukların anne-babalarına duygu ve düşüncelerini açmaktan çekinmelerine yol açabilir. Hayal kırıklığı yaşamalarına neden olabilir ve kendi iç dünyalarına ait hayaller kurmaktansa anne-babalarının arzu ettiği ya da onay verdiği hayaller kurma yoluna itebilir.   

Hayal kuran çocuk, o an sahip olmadığı veya yaşamadığı bir durumu zihninde canlandırarak mutlu olabilirler. Çünkü; hayal kurarken bütün ipler, çocuğun elindedir. Kimsenin müdahale etmesini istemezler. Dolayısıyla çocuklar, gerçek yaşamdan kaçmak için de hayal kurmayı bir kaçış mekanizması olarak, bir savunma olarak kullanabilmektedirler.

Çocuklar neden hayal kurarlar?

  1. Gerçek hayatta sahip olamadığı, karşılanmadığı, sahip olamadığı istek ve arzularına hayal dünyasında kavuşmak için.
  2. Olumsuz, kaotik aile ortamından uzaklaşmak için.
  3. Gerçeklerin zor olduğu ve çaba göstermesi gerektiği durumlarda hayal kurarak mücadeleden kaçmak için.
  4. Karşılaştığı sorunlara özgün ve üretken çözümler bulabilmek için.
  5. Sık sık bilim kurgu ve hayal ürünü fantastik filmler izleyerek, kitaplar okuyarak veya oyunlar oynayarak kahramanlarının  fazla etkisi altında kalmalarından dolayı.
  6. Arkadaş edinmekte, sosyal ilişki kurmakta zorlanan çocuklar, hayal dünyasında gezinerek yalnızlık ve boşluk duygularını giderebilmektedirler.

Hayali arkadaş edinmek

Çocuklar, yaşamlarında karşılarına çıkan sorunlarla baş edemediklerinde, oynadıkları oyuncaklar, oyunlar onlara yetmediğinde ya da kendilerini anlayan birisinin varlığını hissedemediklerinde hayali arkadaş edinirler.  Bu arkadaş bazen en sevdiği oyuncakları olurken bazen de görünmeyen hayali bir canlı olabilmektedir. Bu durum tüm yaş dönemlerinde görülebilmekle beraber genellikle 3-6 yaş döneminde daha sık görülmektedir.

Böyle durumlarda öncelikle şu bilinmelidir: bu durum çocuğun üretkenliğinin bir ürünüdür. Aynı zamanda çocuğa günlük hayattaki stres faktörleri ile baş etmeyi öğretir. Problem çözme becerisini artırır. Ve en önemlisi korkularını yenmesine yardımcı olabilmektedir.

Çocuk, normal arkadaşları ile birlikte vakit geçiriyor aynı zamanda hayali arkadaşıyla da oyun oynuyorsa endişe etmeye gerek yoktur. Ancak; akranlarıyla oyun oynamak ya da onlarla birlikte vakit geçirmek yerine, sadece hayali arkadaşıyla (larıyla) ilgileniyorsa işler yolunda gitmiyor demektir. Mutlaka bir uzmanın görmesini tavsiye ederim.

Neler yapılabilir?

  1. Ev içinde ve dışında beraber daha çok vakit geçirerek paylaşımlarınızı arttırabilir, siz ve çocuğunuzun hem keyifli hem kaliteli zaman geçirmesini sağlayabilirsiniz.  Çocuğunuza olan ilgi ve sevginizi daha çok gösterin. Böylece çocuğunuzun hayallerde aradığı duygusal açlığı gidermiş olursunuz.
  2. Hayal kurmanın iyi bir şey olduğunu, kötü bir şey olmadığını bilmek gerekir. Çocuklarda bu durumun daha çok hangi zamanlarda ortaya çıktığını fark etmek önemlidir.   Gerçek yaşamın zorluklarından kaçtıkları, hayal dünyasına sığındıklarını fark ediyorsak  yani böyle zamanlarda  daha fazla oluyorsa  sorun çözme becerileri geliştirilmelidir.
  3. Yaşlarına uygun sorumluluklar vererek, kendilerine güven duymasına yardımcı olmak gerekir.
  4. Çocukların olumsuz davranışlarında onları aşağılayarak, dayak atarak, alay ederek, tehdit ederek tepki vermeyin. İletişiminizi güçlendirin.
  5. Çocukların olumlu ve güzel davranışlarını mutlaka fark edin. Mükemmelliyetçi olmayın, çocuklarınızı başka çocuklarla, kardeşleriyle kıyaslamayın.
  6. Ucu Açık Sorular Sorun: “Köpekle kedinin farkı nedir?” “Eğer … olsaydı nasıl olurdu?” gibi ucu açık sorular sorarak hayal gücünü destekleyebilir ardından onun da size buna benzer sorular sormasını isteyebilirsiniz.
  7.  Televizyon, tablet, internet gibi hayal gücüne fazla yer bırakmayan alanlara yönlendirin.  Çocuğun hangi alanlara ilgi ve merakı varsa, baskın yeteneklerine uygun alanlara yönlendirin. (tiyatro, drama, v.s)  Sosyal ve sportif  beceriler edinmesine yardımcı olun. (Yüzme, futbol, basketbol, kamp, izcilik  v.s)
  8.  Çocuğa yatarken ya da gün içinde kitap okuyun. Tanımadığı yerler ve kişiler hakkında hikayeler okunması çocuğun hayal dünyasını geliştirmek için iyi bir yoldur. Çocuğa okunan kitaplar hayal gücünün yanı sıra kelime bilgisinin de gelişimine katkı sağlar.
  9. Çocukların dünyası oyundur; bu sebepledir ki bir çocuk, üretkenliğini  ve hayal gücünü en iyi oyun oynayarak kazanır ve geliştirir. Üretici  ve hayal kurmaya yönelik oyunlar, çocuğun hayatı en iyi şekilde tanımasını sağlar. Serbest oyunlar ve ucu açık aktiviteler çocuğu geliştirirken kendine olan güvenini de güçlendirecektir.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Çocuklarda görülen uyku sorunları ve çözüm önerileri

İnsanın temel ihtiyaçlarından birisi de uykudur. Uyku süresi, çocukların gelişim dönemlerine göre değişmektedir. Bu sürenin en fazla olduğu dönem çocukluk çağıdır. Bazı anne – babalar çocuklarının gün boyunca uyku ihtiyacı olduğunu ve uyuması gerektiğini düşünür. Bazı anne- babalar ise çocuklarda gündüz uykusunun, iyi bir gece uykusunu engellediğini düşündüklerinden onların bazı aktivitelerle uğraşmasını ister. Dolayısıyla uyku süresinin yaşa göre ayarlanmasında anne – babanın etkisi büyüktür. Çocuklar büyüdükçe daha az uykuya ihtiyaçları olur.

Çocuk doğduğu ilk hafta 24 saatin 16 saatini uyuyarak geçirir.

İlk 3 ayında bu süre 15 saate düşer.

1 yaşından itibaren ise günlük uyku süresi ortalama 13 saat civarıdır.

2-3 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 1-2 saat gündüz uykusu yeterlidir. Akşam daha uzun uyuyan 2-3 yaş çocukları gündüz uykusuna ihtiyaç duymayabilir.

4-5 yaşında bir çocuk için 10-12 saat gece uykusu 0-2 saat gündüz uykusu yeterlidir. 4-5 yaşlarındaki çocuklar da artık gündüz uykusuna ihtiyaç duymayabilirler.

Çocuklarda uyku düzeninin bozulma nedenleri:

Uyku hijyeni için; sessiz, sakin, karanlık ve uygun koşullar gereklidir.  Bu durumların oluşmaması uyku düzenini bozacaktır.

Çocuğun bedensel, psikolojik, biyolojik ihtiyaçları karşılanmamışsa uykuya geçiş kolay olmayacaktır. Mesela; çocuğun karnı açsa, bütün gün anne- babasından uzak kalmış ve henüz onlarla yeterince vakit geçirmemişse uykuya direnç gösterecektir.

Anne – babasının baskıcı tutumunu hissediyorsa,

Daha önce kötü rüyalar görmüşse,

Gece korkuları ve karanlık korkusu yaşıyorsa,

Anne – babadan ayrı kalma kaygısı yaşıyorsa çocuğun uyku düzeni bozulabilir.

Uykuda görülen kâbuslar

Kâbus, çocuğu uyandıran ve tekrar uyumak istememesine neden olan korkutucu rüyalardır. Genellikle 2 yaş civarında başlayıp 6 yaşına kadar sürer. Kâbuslar genellikle belli bir nedenden dolayı oluşmaz. Çocuğun gün içerisinde üzüldüğü, öfkelendiği ve korktuğu durumlar, uykuda kâbuslar görmesine neden olabilir. Çoğu çocuk, kendi bağırmalarına, çırpınmalarına veya hareketlerine uyanır ki bu da korkuyu daha da artırır. Kâbuslar genellikle dönem dönem ortaya çıkar, bazen üst üste kâbus görebilen çocuk, bazen de hiç görmeyebilir.

Gece şiddeti (Gece terörü)

Gece şiddeti, derin uyku sırasında oluşan kısa süreli (yaklaşık 0-20 dakika) uyanma ataklarıdır. Genel olarak 2-6 yaş arası çocuklarda görülen gece şiddeti, uykuya daldıktan sonra ilk iki saat içinde ortaya çıkar. Bu duruma şiddet, tekme atma, yuvarlanma hareketleri ve konuşma eşlik eder. Çocuk;  ses, dokunma ve sakinleştirme teşebbüslerine cevap vermez.

Gece şiddeti ile ilgili önemli noktalar:

Çocuk hasta değildir.

Çocuk sabah uyandığında gece olanları hatırlamaz.

Çocuğun gece şiddeti sırasında uyandırılması, atağı bazen kısaltabilir.

Genellikle gecede bir defa oluşur ve her gece ortaya çıkmaz.

Genellikle başladıktan 3-4 ay sonra azalıp kaybolur.

Gece şiddeti uzun süreli olumsuz tesirlere yol açmaz.

Aşırı yorgunluk ve alışkanlıkların değişmesi rahatsızlığın kötüleşmesine sebep olur.

Uyur- Gezer çocuklar

Uyurgezerlik, uyku sırasında ortaya çıkan anlamsız, amaçsız karmaşık fiziksel hareketlerdir. Uykunun ilk saatlerinde yaklaşık 10 dakika süreyle ortaya çıkar. Bu sırada çocuğun uyandırılması oldukça zordur. Uyuma sorunundan çok, uyanma sorunu olarak da düşünülebilir. Uyurgezerlik bir rüyanın hareketlere dökülmesi değildir.

Çocukluk çağında 5-10 yaş arasında görülmektedir. Genellikle uyku halindeyken aniden kalkarak yatakta oturma, dolaşma, giyinme ve kapıları açma gibi yineleyen davranışlar olarak gözlenir. Genellikle boş, anlamsız yüz ifadesi, etrafta bulunan objelere kayıtsızlık vardır. Uyurgezer çocuklar başkasının yönlendirmesi ile veya çoğunlukla kendiliğinden yatağına döner ve uyumaya devam ederler. Ertesi günü olanları hatırlamazlar. Yorgunluk, uykusuzluk, stresli dönemler nöbetleri tetikleyebilir veya artırabilir.

Çocuklarda horlama

Horlama, halk arasında uykuda bireyin çıkarttığı gürültülü ses olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi olarak; uyku esnasında ağız – yutak bölgesinde yer alan kasların ve küçük dilin gevşeyerek çökmesi ile akciğerden gelen havanın bu gevşemiş yapılara çarparak oluşturduğu titreşim olarak tanımlanmaktadır.

Horlama sadece uyku esnasındaki gürültü olmayıp, ciddi uyku bozukluklarının da habercisidir. Şişmanlıkla alakalı olabilmektedir. Çocuğun gün içinde aşırı yorulması da horlamaya neden olabilmektedir. Çocuğunuzda horlama sorunu olduğunda KBB uzmanına mutlaka başvurulmalıdır. Çocuğun burun,  ağız ve boyun bölgesinin detaylı muayenesi yapılmalıdır. Bazı durumlarda bademcik ve geniz eti ameliyatları gibi cerrahi müdahaleler sorunu çözebilmektedir. Çocuklarla kesinlikle horlaması yüzünden alay edilmemelidir. Sırtüstü uyku durumu horlamayı artıracağından yan pozisyonda yatması sağlanmalıdır.

Uyku sorunlarında neler yapılabilir?

Uyumak istememesinin nedenlerini araştırın.

Gece korkusu sırasında ebeveynler önce sakin olmalı ya da sakin olmaya çalışmalıdırlar.

Çocuğu yatağa yatırdıktan sonra gündüz yaşadıkları hakkında biraz sohbet edin. Belki sadece sizinle konuşmaya ihtiyacı vardır.

Uyumasına yardımcı olacak, onu rahatlatacak hikâye, masal, öykü vs. okuyun.

Çocuğunuz kuralları zorlamaya çalışacaktır. Ona karşı sert olmayın. Ama tutarlı ve kararlı davranın.

Uyku öncesi rutinlerine (pijama giyme, diş fırçalama, ılık süt içme v.b) sıkıca uyun. Hatta uyku saati gelmeden az önce ona haber verin. Yatma, uyuma saatin yaklaşıyor gibi.

Çocuğunuzu rahatlatın, güven verin ve ona sarılın.

Gün içerisinde çocuğunuzun kötü rüyaları hakkında konuşmasına yardımcı olun, çocuğunuzu teşvik edin.

Çocuğunuzun televizyonda, sinemada, internette korkutucu film ve görüntüler izlemesini engelleyin.

Çocuğunuzun odasının kapısını açık bırakın. (Asla korkmuş bir çocuğun kapısını kapatmayın.)

Çocuğunuza uyumadan önce, ritüellerden önce (diş fırçalama v.s) mutlu ve eğlenceli konulardan bahsedin.

Gece korkularının üstesinden gelmesine yardımcı olabilecek masallar anlatın.

Gece teröründe çocuk, kendisine zarar vermemesi için kontrol altına alınmalıdır. Kırılabilecek her şey yanından uzaklaştırılmalıdır. Gerekirse kapı ve pencereler kilitlenmelidir.

Çocuğun düzenli bir yaşantısı olması ve fiziki faaliyetten sonra dinlenmesi sağlanmalıdır.

Çocuğun ertesi gün olayı hatırlamayacağı unutulmamalı ve ona olaydan hiç bahsedilmemelidir.

Çocuğun bir sıkıntısı olup olmadığı tespit edilmelidir.

Çocukların düzenli olarak aynı saatte  yatmaları ve stresten uzak durmaları sağlanmalıdır.

Çocuğun yattığı oda çocuğa göre ayarlanmalıdır. Çocuğun zarar görebileceği nesneler, eşyalar  kaldırılmalıdır.

Uyurgezer çocuklar, yüksek yataklarda yatırılmamalıdır.

Camlar korkuluklarla kapatılmalıdır.

Kapı ve camlara uyarıcı ziller takılmalıdır.

Uyurgezeri hiçbir zaman direkt uyandırmamalı, aniden uyanacak kişi yabancı bir yerde kendini görünce panikleyebilir ve zamanla kendisinde korku ve sinirli bir ruh hali gelişebilir.

Uyurgezer, uyandırılmadan yatağına doğru yönlendirilmelidir.

Yatağın önüne, ıslanmış bir havlunun konulması, uyurgezerin kalktığı sırada uyanmasını sağlayabilmektedir.

Kabuslar, uyku sorunları giderek kötüleşiyor veya sıklaşıyorsa, korkular, çocuğun günlük faaliyetlerini (okul, oyun v.s) engelliyorsa, çocuğunuzun kabus görmesi ve uyku sorunları ile ilgili başka endişeleriniz varsa mutlaka bir uzmana başvurunuz.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Çocukluklarda yemek seçme, yemeği reddetme davranışı ve çözüm yolları

Carlos Gonzalesin bir sözü var, derki: “İştahsızlık, bir çocuğun yedikleri ile ailesinin ondan yemesini bekledikleri arasındaki denge sorunudur.” Gerçekten çoğu zaman durum bundan ibaret oluyor. 

Beslenme, canlıların gelişimi için gerekli olan doğal bir ihtiyaçtır. Ancak “beslenme ortamı” sağlıksız olduğunda çocuk olumsuz koşullanacağından dolayı bu doğal ihtiyaç soruna dönüşmektedir. Ebeveynlerin özellikle annelerin, aşırı duyarlılığı yemek yemeyi soruna dönüştürebilmektedir. Anne- çocuk hatta aile- çocuk iletişiminin bozulmasına neden olabilmektedir.

Çocuğunuz boy-kilo artışının, kas gücünün, akranlarına göre gözle görülür bir şekilde bariz geriliği varsa çocuk da yeme ve beslenme sorunu var demektir. Bu durumda ebeveynler olarak kaygılanmanız normaldir.  Çocuğunuzun iki öğünü yememesi, geçici iştah değişimleri her zaman yeme bozukluğu anlamına gelmeyecektir.

Ebeveynler, çocuğun yaşının büyümesi ile yemek yeme arasında pozitif korelasyon kurarlar.  Yani yaş arttıkça yeme oranın da artacağının düşünürler.  Çocuklar kimi zaman 9 ay, çoğunlukla ise 1 yaş sonrası daha az yemek yemeye başlarlar. Bunun nedeni, büyümenin ilk aylardaki hızını kaybetmiş olmasıdır. Çünkü büyüme hızı ve harcanan enerji azalmış, dolayısıyla ihtiyaç da azalmıştır. Ancak burada bilgi sahibi olmayan anne babalar yaş artıyor, yemek ihtiyacı artacaktır, o halde porsiyonlar büyümelidir diye düşünmekte, daha fazla yemek yedirmeye çalışmaktadırlar. 

Ailenin yemek kültürü çocuğun yemek yeme alışkanlığını belirler. Sağlıklı beslenme konusunda çocuklara iyi modeller olmalıyız. Baba sofrada değil de maç izlerken kanepede televizyon karşısında yemek yiyorsa, çocuk da sofraya oturmayı kabul etmeyecektir.

 Annelerden şunları çok sık duyarız. “ Ben ona yemek yedirmesem hayatta acıkmaz. ” “ Okulda arkadaşlarıyla yemek yiyor ama evde sofraya oturmuyor. “ “Eğer zorlamazsam günlerce aç kalabilir. “ “ Akşama kadar aç kalsa bana mısın demiyor. “ “Yedi yaşına girdi ama halen yemeğini ben yediriyorum ben yedirmezsem ağzına yemek sürmüyor. “

Çocuklarda yaşanan yemeği reddetme davranışı bebeklikten itibaren başlayıp devam eden bir problemdir genelde. Bu sorunları yaşayan çocukların ebeveynleri titizliklerinden ve çocuğum aç kalır düşüncesinden dolayı çocuklarına sürekli kendileri yemek yedirirler.

İnsan gelişim sürecinde her ayın ve her yaşın farklı görev ve sorumlulukları vardır. Çocuklarda beslenme alışkanlığının sağlıklı bir şekilde yerleşmesi için belirli aşamaların da sağlıklı geçmesi gerekir. Çocuğunuzun eline erken yaşlarda kaşık vermek ona duyulan güvenin ilk işaretlerindendir. Çocuğa bir yaşından itibaren kaşık verilebilir. Siz ona yemek yedirirken o da kaşığı ağzına götürür. Bu davranışınızdan çocuk annem- babam bana güveniyor mesajını alır. İki yaşından itibaren artık küçük yardımlarla yemeği kendisinin yemesi için ortam hazırlayabilirsiniz. Üç yaşından itibaren bu sorumluluk çocuğa verilmelidir. Yemeği reddetme davranışı gösteren çocuklara karşı çoğunlukla ebeveynlerin yemek konusunda güvensizlik davranışı vardır. O kendi başına doyamaz düşüncesini bilinçdışında taşırlar. Özellikle bebeklik döneminde annenin zorla, yemekleri çocuğun ağzına sıkarak aktarması ilerleyen yıllarda yemeğe karşı ön yargı duymasına yol açar.

Sevmediği yemeği yemesi için ya da yeterli derecede yediği halde, tabağını sıyırması için zorlanan çocuklarda yemeğe karşı olumsuz bir tutum meydana gelir. Bunun sonucunda “yemek yemek istemiyorum, bu yemek iğrenç kokuyor, karnım aç değil, yemek yerine çikolata, şeker yesem olmaz mı” gibi sesler yükselmeye başlar.

Kimi zaman bir kardeşin geliyor oluşu veya doğumu. Çocuklar bu gibi zamanlarda anne baba tarafından sergilenen tutumlar ile ilişkili olarak kardeşin bebeksiliğine özenip, anne ile yeniden yapışık ilişkide olma ihtiyacına bürünebilirler. Bu gibi zamanlarda da yemeyi reddetme, annenin kendisini beslemesini talep etme gibi bebeksi davranışlar sergilemeye başlayabilirler. Anne babanın tutumları dolayısıyla, yemek ile ilgili aşırı hassasiyetlerini keşfeden çocuklar yemek miktarı ya da besin seçme gibi tutumlar geliştirip, ebeveynlerini kontrol altına almaya çalışabilirler.

Bazen de ebeveynler çok titiz ve kontrolcü olurlar. Çocuklarının dağınık yemek yemesini göze alamaz, müdahale ederler. Bu durum çocuğun özgüvenini sarsar. Bazen çocuklar dikkat çekmek için beslenmeyi reddedebilmektedir. Bu durumda yemekten önce çocukla oynamak, ilgilenmek çözüm olabilir. Çocukla ilgiye doymalı, ben yemezsem annem- babam benimle daha çok ilgilenir, peşimden daha çok koşarlar mesajını almamalıdır.  Yemek yemeyen bir çocuğun peşinden dakikalarca koşulup ısrar edilmemelidir. Çocuk bunu zihninde bir savaşa dönüştürüp, yemek yemeyi bir silah olarak kullanmamalıdır.  Eğer isteklerimi yerine getirirseniz ben de yemeğimi yerim, yapmazsanız yemem kısır döngüsünün çocuk ve anne- baba arasında oluşması sağlıksız sonuçlar meydana getirir. Bu durumu çözmek için anne – baba “Senin yemek yemen çok önemli değil, bu normal bir davranış” mesajını çocuğa vermelidir. Yemek yeme eylemini abartmamalıdır. Çocuğun yemek yemesi için yalvarıp yakarmamak, çocuğun kuklası olmamak gerekir.

Yemek yemeyle ilgili problemler genellikle ilk çocuklukdönemlerinde başlar.Bu problemler yiyeceklerle ilgili olmaktan çıkar ve güç gösterisine anne, baba ve çocuk arasında savaşa dönüşür.

Yemek yemeyi reddetme davranışını çözmek adına nelere dikkat edilmelidir:

Nasıl ki diyet yaparken 3 beyaz  zehir diyor uzmanlar; ekmek, şeker ve tuz için. Bizim konumuzun da 3 zehri: ISRAR, RÜŞVET ve CEZA. Bu 3 şeyden mutlaka uzak durulmalıdır. Yemesi için televizyon karşısında yedirmek, arkasında dolaşarak yedirmek, yediği takdirde oyuncak almak gibi rüşvetlerden kaçınılmalıdır.

İştahsızlığın altında diğer karşılanmamış ihtiyaçlarının olup olmadığına dikkat edilmelidir. (Uykusuzluk, yorgunluk, sevgi, ilgi)

Yemek saatlerinde tüm aile bir araya gelmeye çalışmalı, yemek ortamının sakin, keyifli ve stressiz olmasına özen gösterilmelidir.

Kendi tutumlarınızı gözden geçirin.  Çocuğunuzun yemeği reddetme davranışının altında yatan sebep; sizin onu doyduğu halde zorlamanız da olabilir. Çocuklar az yedi diye ya da istediğimiz kadar yemediler diye zorlanmaması gerekir. Çocuklar birkaç öğün az yemekle kilo kaybetmezler. Bundan dolayı çocuğa yemesi konusunda zorlama yapılmamalıdır.

Anne- babalar çocuklarının yemekten önce tatlı ve abur cubur türünden yiyecekler yememesi konusunda dikkatli olmalıdır. Ancak yemek aralarında acıktıklarında kolaylıkla ulaşabilecekleri sağlıklı yiyeceklerin bulunmasına özen göstermelidirler.

Yemeğini güzel yediğini söyleyerek, güzel sözlerle motive edilmeye çalışılmalıdır. Olumsuz ifadelerden kaçınılmalıdır.

Yemek yeme karşılanması gereken doğal bir ihtiyaçtır. Çocuğun yemek yemesi için öncelikle acıkması gerekir. Abur cubur, fast food tarzı beslenmeyi ortadan kaldırmalıyız. Sofra zamanına kadar (en az 2-3 saat hiçbir şey atıştırmamalıdır) çocuk acıkmış olmalıdır. Çocuğun tabağına yiyebileceği kadar yemek konulmalıdır. Çocuğun iştahı arttıkça bu miktar artırılabilir.

Fast-food çok zararlı çocuklar için. Hazır gıdalar zararlı aslında. Bisküvi, meyve suyu,  gofretle, meşrubatla  öğün atlatması da sağlıklı ve dengeli beslenmesi önünde engeldir. Önemli olan evde hazırlanmış yiyecekleri tüketmesidir. Ebeveynler bu konuda çocuklarına örnek olmalıdır. Çocuğunuzla dışarı çıktığınızda hamburgerciye gidiyorsanız, çok tuzlu patates kızartmalarını büyük bir iştah ve afiyetle yiyorsanız, dizi izlerken, maç seyrederken kola, cips elinizin altındaysa çocuğunuza söz geçirmekte zorlanacaksınız demektir.

Yemek sofrası çocuğa;  Neden bu yemeği yemiyorsun? Şeklinde kızıldığı veya  ders çalışmaması, internet bilgisayarda fazla oyun oynadığı gibi tartışmaların ya da anne – baba arasındaki evlilik, iş tartışmaların gerginliklerin taşındığı bir yer olmamalıdır. Çocuğun mutlu olabildiği, ebeveynlerinin güler yüzlü olduğu huzurlu bir ortam olmalıdır. Sofrada çocuğun ailesiyle yemeğin tadına çıkartarak herhangi bir oyunla, ödül- ceza yöntemlerinin hiç birinin kullanılmadığı bir ortamda yemeğini yemesi ideal olan bu. Yoksa çocuklar yemeği eğlenceyle, ödülle cezayla bir araya getirirse orayla köprü, bağlantı kurarsa bu çocuklar ilerleyen yıllarda her canı sıkıldığında yemek yiyen, televizyon izlerken, kitap okurken yemek yeme ihtiyacı hisseden bireylere dönüşüyorlar. Duygusal sorunlarını yemeğe bağlayan klinik isimle Yeme bozukluğunun temellerinin oluşmasına yol açıyor. 

Çocuğu tehdit ederek sevmediği yemekler yedirilmemelidir. Aşamalı bir uygulanmalıdır. Çocuğun her yemeği yemesini istiyorsanız önüne küçük porsiyonlar koyun. (mesela iki kaşık) bu davranıştaki amaç;  çocuğu soğutmadan damak tadını geliştirmektir. Ne kadar yiyeceğine kendisi karar versin.

Yiyecekleri miktarı çocuğa bırakmak olumlu etki uyandırır. Tabağına bu yemekten istediğin kadar sen al, ama aldığını bitirmelisin  gibi cümleler etkili olmaktadır.

Sevdiği yemekler, sevmediği yemeklerin tadına baktıktan sonra çocuğa verilebilir. Sevmediği bir yemeğin tadına baktığında çocuk takdir edilmelidir.

Sofraya konulacak yemek iki çeşit ise ikisinin de çocuğun hiç hoşlanmadığı, sevmediği türdense tepki gösterecektir. En azından bir çeşidin çocuğun yiyebileceği, damak tadına uygun yemek olmasına dikkat edilmelidir.

Çocuk önüne konulan yemeği şiddetle reddediyorsa, onu daha rahatlıkla kabul edebileceği bir yemek haline dönüştürmek yararlı olabilir. (Çocuk ıspanağı sevmiyorsa, ıspanağı yemek şeklinde değil de  ıspanaklı börek şeklinde sunmak gibi ya da et yemeyen çocuğa eti,  köfte şeklinde vermek gibi.)

Çocuklar, kas gelişimine bağlı olarak sofrada sakarlıklar yapabilirler. Bu da evin kirlenmesine sebep olabilir. Böyle durumlarda çocuğa bağırılmamalıdır. Ona yemek konusunda öğretici ve yol gösterici olunmalıdır. Çocuk baskı ve zorlamalarla sofradan uzaklaştırılmamalıdır.

Sofrada çocuğun sevdiği bir yemeğin bile olması onu iştahlandırır. Hep aynı yemek olmasa bile sevdiği yiyecekler farklı alternatiflerle sunulabilir. Örneğin; kırmızı et yemesi için köfte, yemeğin içinde kıyma, parça etli yemek, sulu köfte vb. şekilde kırmızı et içeren farklı menüler yapılabilir.

Çocuğunuzla alış verişe çıkarak ona hoşuna giden tabaklar alınabilir. (renkli, figürlü, desenli) yemekler bu tabaklarda ona sunulduğunda hoşuna gidecektir.

“ Sen yemezsen kardeşin yer “ “Ahmet, Ayşe bak hiç senin gibi yapıyor mu? Yemeğini bitiriyor. Onun boyu senin kini geçecek “ gibi söylemler çocukların hoşuna gitmez. Kıyaslanmak aslında hiç kimsenin hoşuna gitmez. Bu yaklaşım tarzı ileride yeme bozukluklarına yol açar. Kardeş kıskançlığını artırır. Çocuğun çevresindeki insanları rakip olarak görmesini sağlar. Yemek yedirmek için asla kıyaslama yöntemi seçilmemelidir. Bu durum sadece çocuğunuzun sizinle inatlaşmasını artırır.

Yemek masasında çocuğun tabağıyla, yediği miktarla ilgilenilmemeli, hatta tabağına bakılmamalıdır.

Çocuk yemek yemeyi reddediyorsa ve buna karşılık anne – babanın sunduğu tüm önerileri de reddediyorsa “tamam yemeyebilirsin” gibi bir ifadeyle çocuk şaşırtılmalıdır. Ancak bir sonraki öğüne kadar yemek yiyemeyeceği uyarısı da yapılmalıdır.

Ailenin yemek kültürü çocuğun yemek yeme alışkanlığını belirler. Sağlıklı beslenme konusunda çocuklara iyi modeller olmalıyız. Örneğin; baba sofrada değil de yemeğini maç izleyerek, film izleyerek yiyorsa, çocuk da sofraya oturmak istemeyecektir.

Yemek yeme konusunda çocuğa rol model olmak çok önemlidir. Anne – baba yemekten keyif alıyorsa, iştahlı yemek yiyorsa aynısını çocuk da yapmaya çalışacaktır. Aile içinde yemek seçen, onu yemem bunu yemem diyen bir ebeveyn varsa bu durum, çocuk için olumsuz bir model oluşturacaktır.

Çocuklara stres altında yedirilen yemeklerin onların gelişimlerine yararı yoktur. Çocuğun huzurla, isteyerek yediği az bir yemeğin, tabaklarca yediği yemekten çok daha faydalı olacaktır.

Çocuklar yemeğin hazırlanmasına katkı sunuyorlarsa o yemeği daha kolay yiyorlar. Maydanozu, tereyi, bahçeye ekmekten, yetiştirmekten, alış verişi birlikte yapmaktan, sofrayı birlikte hazırlamaktan keyif alırlar ve o zaman o pişen yemeği kabullenmeleri daha kolay olabilmektedir.

Çocuk yemek yemiyorsa aç kalsın, yemesin, gerekirse aç yatsın sabah nasıl olsa yer yaklaşımı; her çocuk için doğru olmaz. Çocuğun reflüsü ya da besin alerjisi varsa, bunlardan dolayı yemiyorsa ve siz çocuğunuzu aç bırakıyorsanız, çocuğunuzu tedaviden ve teşhisten yoksun bırakmış olursunuz.  Bazen iştahsızlığın arka planında duygusal ret yatmaz. Çocuğun beden yapısı, sindirim sitemi ile ilgili problemler olabilmektedir. Bunlar o gıdaya bedenin tepkili olduğunun, hazmedemediğinin belki de o gıdalara gıda alerjisinin olduğunun göstergesi de olabilir.

Yemek yemeyi reddeden çocuğa kesinlikle ceza verilmemelidir.

Her insanın metabolizması farklı çalışır. Bazı insanlar daha az yer, bazıları daha fazla yiyeceğe ihtiyaç duyar. Sağlıklı beslenmeyle alakalı kriterler,  uzman doktorlarca belirlenmiştir. Çocuğunuzun yaşına göre günlük alması gereken protein, vitamin, mineral değerleri, besin değerleri için bir beslenme diyetisyenden ya da çocuk doktorunuzdan bilgi alabilirsiniz.

Tüm bu yazılanlara karşılık çocuğunuz kilo kaybediyor, yenilenleri çıkartıyor, yemek yemeyi reddediyorsa, ya da çocuğunuzda yeme sorunu olduğu düşünülüyorsa öncelikle bir çocuk doktoruna danışın. Doktorunuz bir takım testler, tahliller yapacaktır. Eğer çocukta fizyolojik, organik bir sorun yoksa bir terapistten yardım almanız hem size hem de çocuğunuza  fayda sağlayacaktır.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Çocuğunuzda dikkat ve konsantrasyon sorunu olup olmadığını nasıl anlayabilirsiniz?

Dikkat eksikliği sorunu olan çocuğunuza nasıl yardımcı olabilirsiniz?

Hareketli olan her çocuk hiperaktif midir? Sorularına cevap vermeye çalışacağım. Öncelikle dikkat eksikliği hiperaktivetenin  nedenlerine bir bakalım.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun çeşitli nedenleri olabilir. Bunları 3 ana başlık altında toplayabiliriz.

  1. Kalıtımsal nenler.
  2. Beyindeki yapısal – işlevsel farklılıklar.
  3. Çevresel  nedenler.

1.Kalıtımsal Nedenler:

 Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) kalıtımsal bir rahatsızlık olduğu konusunda pek çok bilimsel kanıt vardır. Genetik bilimdeki son çalışmalar DEHB’ nin ailede ortaya çıktığını göstermiştir.

Tek yumurta ikizlerinin birinde DEHB varsa diğer eşinde görülme olasılığının % 80- 90 olduğu bilinmektedir. Çift yumurta ikizlerinden birinde DEHB varsa görülme olasılığının % 30 larda olduğu bilinmektedir. Bu oran normalden 6-10 kat daha fazladır. Bu durum  kalıtımın  etkisinin DEHB’nin ortaya çıkmasında rolünün büyük olduğunu gösterir.

2. Beyindeki yapısal ve işlevsel farklılıklar:

İnsanlarda diğer canlılardan farklı olarak bir şey yapmadan önce düşünmeyi sağlayan, durduran bir sistem vardır. Bu sistem, kişiye geçmişi hatırlama olayları değerlendirme, geleceği  planlama  işlemleri için gerekli olan süreyi sağlar. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylerin bu sistemleri yeterince iyi çalışmadığından başladıkları bir işi sürdüremezler. Sonuçlarını düşünmeden hareket ettiklerinden dolayı ortama ve amaca uygun davranış sergileyemezler.

Yapılan araştırma bulgularında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna (DEHB) sahip çocukların % 95’inde beyin zedelenmesi bulunmamaktadır. Eğer beyin zedelenmesi yoksa bu bozukluğun nedeni, doğuştan var olan yapısal veya işlevsel bir bozukluk olabilir. Beynin ön bölgesi (prefrontal lob)  özdenetim, planlama, dikkati yoğunlaştırma gibi özelliklerle ilgilidir. Bir işlev bozukluğu söz konusu ise bu bölgede bir problem olmaktadır.

3.Çevresel nedenler:

Annenin, doğum öncesi alkol, sigara, uyuşturucu, ilaç kullanma, bulaşıcı hastalıklar, radyasyona maruz kalma, erken doğum ve doğum komplikasyonları, doğum sonrası hastalıklar (menenjit, ateş nöbetleri, kafa yaralanmaları) DEHB’in belirtilerine neden olabilmektedir.  

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna her türlü sosyo – ekonomik düzeyde rastlanabilir. Yetersiz beslenmenin bir sonucu değildir.

Çeşitli yiyeceklerin  (özellikle şeker, çikolata, cips  türü yiyecekler) DEHB’ na neden olmadığı ancak az sayıda çocukta bazı yiyeceklerin, belirtilerin şidetininin artmasına yol açabileceği söylenebilir. Tatlı tüketimini azaltmak,  bazı çocuklarda belirtilerin azalmasına yardımcı olabilmektedir.  Ancak tam bir denetim için yeterli değildir. Dikkat Eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu anne – baba tutumlarının bir sonucu değildir. Ancak yanlış anne – baba tutumları (otoriter, ilgisiz, aşırı hoşgörüsüz aileler gibi) DEHB’nun şiddetini artırabilir.

Çocuğunuzda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olup olmadığını Nasıl Anlayabilirsiniz?

Bir çok anne – baba çocuklarının davranışlarına bakarak çocuklarında dikkat eksikliği ve hiperaktivite olduğuna inanabilir. Fakat ; DEHB’li çocuklar çevreye verdikleri tepkiler açısından diğer çocuklardan ayrılır. Başka bir deyişle çoğu çocuklar, kendilerine bir şeyi yapmamaları söylendiğinde ve davranışın olumsuz sonuçları açıklandığında en azından bir süreliğine o davranışı bırakırlar. Dikkat eksikliği ve hiperaktiviteye sahip çocuklar, uygun yaklaşımlarla birisi kendilerine yardım etmediği sürece o davranışı bırakmamaktadırlar.

Bir çocukta ya da gençte dikkat eksikliği veya hiperaktivite  bozukluğundan söz edebilmek için aşağıdaki belirtilerin yedi (7) yaşından önce ortaya çıkması, davranışların çoğunu en az 6 ay süreyle göstermiş olması ve bu belirtilerin günlük yaşamı olumsuz yönde etkileyecek boyutta olması gerekmektedir.

Davranışsal belirtiler:

 Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların daha doğmadan önce anne karnında alışılmadık şekilde hareketli oldukları bilinmektedir.

Aşırı hareketlidirler. Sınıfta ya da oturması gereken diğer ortamlarda oturmaz ve yerinden kalkarlar. El ve ayaklarını sürekli oynatırlar.

Kendi başlarına karar vermekte güçlük çekerler.

Sürekli konuşur, bağırır, başkalarını yaptığı işten alıkoyarlar.

Düzensiz oldukları için eşyalarını, kitaplarını, kalemlerini ve oyuncaklarını sık sık kaybederler.

Ödevlerin ve etkinliklerin düzenlenmesinde  sıklıkla  zorluk çekerler, defterlerinin başı sonu belli değildir. Çantalarını düzenli bir şekilde hazırlamazlar. Okula götürülmesi gereken eşyaların çoğu çantasında yoktur ya da gereksiz olanlar vardır.

Çoğu kez olası sonuçları düşünmeden kendini fiziksel olarak tehlikeye atabilirler. (Sağına soluna bakmadan caddeye fırlamak gibi)

Sorulan sorulara tamamlanmadan önce cevap verme eğilimleri vardır. Karşısındakini dinlememe, sık sık konuyu değiştirme  davranışları görülür.

Teneffüslerde veya evdeki boş zamanlarında oyun v.b. etkinliklere katılmakta güçlük çektikleri  için bazı becerileri gelişmeyebilmektedir.

Her şeye karışma, mobilyaların üzerinde gezme, ev içinde koşturma görülür.

Sosyal belirtiler:

Dikkat sürelerinin kısa olması ve atak olmaları çocukların sosyal kuralları öğrenmelerini güçleştirmektedir. Bu nedenle kurallara göre oyun oynamakta güçlük çekerler. Arkadaşlık ilişkileri zayıftır.

Grup içinde oynarken ya da çalışırken sırasını beklemekte zorlanırlar. Kurallara uymakta zorluk yaşadıkları için sosyal olarak uyumsuzdurlar.

Akılları başka bir yerdedir, dinlerken karşılarındakinin gözlerine bakarlar ama dinlememiş ya da duymamış görüntüsü verirler. Bu yüzden  tekrar  tekrar  aynı şeylerin kendilerine söylenmesine yol açarlar.

Başkalarına karşı itme, çekiştirme, tükürme, vurma gibi davranışları sık gösterirler.

Bilişsel (Zihinsel) belirtiler:

Zekaları , normal ya da normalin üstünde olmasına rağmen genellikle okul başarıları, akademik başarıları düşüktür. Çünkü;  Dikkat dağınıklığı ve aşırı hareketliliği çocukta öğrenme güçlüğü ortaya çıkarabilmektedir.

Dikkatleri çok kısa sürelidir ve çabuk dağılır. Genellikle başladıkları işi sonlandırmada güçlük çekerler. Devamlı dikkat isteyen işlerde çalışmak istemezler.

Kendilerine verilen bir görev üzerinde istedikleri gibi çalışamaz ve bitiremezler. İşlerin bitmesindeki bu aksaklık başka nedenlere değil,  çoğunlukla sadece dikkatsizliğe bağlıdır.

Dikkatlerini uygun olarak ortama yönlendiremezler.

Zihinsel çaba gerektiren iş ve görevlerden kaçınırlar. Israr olursa eğer daha büyük sorunlar çıkarabilirler.

Günlük işlerinde genellikle unutkandırlar. Randevularını, beslenme saatini, eşyalarını, öğretmenlerinin aileye gönderdiği mesajları sıklıkla unuturlar.

Çalışmalarını plansız, düzensiz ve karmakarışık bir biçimde sürdürürler.

Duygusal belirtiler:

Ruh halleri değişkendir. Depresyon, kaygı görülebilir.

Kendilerine güvenleri genelde azdır.

Çabuk heyecanlanırlar ve çabuk sinirlenirler.

Fiziki belirtiler:

Kemik gelişimleri yaşıtlarına göre geri olabilir.

Orta kulak iltihabı, üst solunum yolu enfeksiyonları  sık görülebilmektedir.

İdrar kaçırma sorunları daha sık görülebilmektedir.

Alerjiler daha sık görülebilmektedir.

Uyku süreleri daha kısadır.

Dikkat eksikliği  ve Hiperaktivite sorunu olduğunu düşündüğünüz çocuğunuza nasıl yardımcı olabilirsiniz?

  • Konsantrasyonun temeli, birden çok şeyi bir anda yapmaya çalışmak yerine, tek bir şeyle ilgilenmek.  Aynı anda tek iş yapmak, tek bir konuyla ilgilenmektir. Çocuğunuzu bu yönde davranması için teşvik edebilirsiniz.
  • Dikkat dağılmasına ve konsantrasyon güçlüğüne neden olan dış etkenlerin azaltılmasını sağlayabilirsiniz. Bunu;  çocuğunuzu, çalışma odasında bazı düzenlemeler yapmaya teşvik ederek gerçekleştirebilirsiniz.
  • Çocuğunuza, dikkat gerektiren bir faaliyete, hoşlandığı başka bir faaliyet ile başlamasını önerebilirsiniz.
  • Özellikle sınava hazırlanma, ödev yapma, konuları tekrar etme gibi dikkat gerektiren faaliyetlere başlamadan önce, çocuğunuzun hedef belirlemesine yardımcı olabilirsiniz. Örneğin; ona çalışmalarından ne elde etmek istediğini, ne yapacağını ve bunları ne kadar sürede gerçekleştirebileceğini sorabilirsiniz.
  • Çalışmaya başlamakta güçlük çekiyorsa, yapacağı çalışmalar hakkında konuşmanız, onun kaygılarını, endişelerini anlamanıza yardımcı olacaktır.
  • Çalışmalarını sürdüremiyorsa, çalışma ile ilgili hedeflerin kolay ve ulaşılabilir küçük hedeflere dönüştürülmesine katkıda bulunabilirsiniz.
  • Ders yükü arttıkça çalışılacak süre uzadıkça, çocukların dikkat ve konsantrasyon güçleri zayıflayacaktır. Bunun için çocuğunuzun planlama  becerisi kazanmasına yardımcı olabilirsiniz.
  • Çocuğunuzdaki dikkat ve konsantrasyona dair olumlu gelişmeleri onunla paylaşabilirsiniz.
  • Çocuğunuz belli bir alanda ( Örneğin bilgisayar oyunları, t.v. izleme v.b.) kolayca dikkatini toplayabiliyor, diğer alanlarda sorun yaşıyorsa (Örneğin ödev yapma, ders çalışma) kendisine istediği alanlarda başarılı olabildiğini ifade edip bu durumu gösterebilirsiniz.
  • Çocuklarınız dikkat ve konsantrasyon becerisini artırabilmek için, günlük gazetelerde yer alan köşe yazılarından birini okuyarak yazıda yer alan b,c,d,g harflerini işaretlemesini isteyebilirsiniz.
  • Gazetelerin eklerinde verilen “ farklılıkların bulunması, kelime avcılığı, çapraz bulmacalar, mantık bilmeceleri, atasöz bulma, sayı ve sözcük eşleştirme, gizlenmiş nesneleri bulma, labirent, aynı şekli bulma oyunu” gibi oyunlarla ilgilenmeye özendirebilirsiniz.
  • Çocuğunuzla açık ve etkili iletişimler kurarak onun duygusal açıdan rahatlamasını sağlayabilirsiniz.
  • Dikkat eksikliği olan çocuklar genelde kitap okumuyorlardır, kitap okumayı sevmiyorlardır. Öncelikle aile içinde akşamları 15 dakika da olsa kitap okuma saati belirleyip çocukları kitap okumaya teşvik edebilirsiniz.
  • Tv. İzleme, bilgisayar oyunlarında kısıtlamalar yapılması çok önemlidir. T.v. izleme ve bilgisayar oyunları oynama süresi uzadıkça dikkat kalitesi düşmektedir.
  • Bu çocukların yemek alışkanlıkları, dikkatle üzerinde durulması gereken noktalardan biridir. Özellikle aşırı enerji veren yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalıdır. Bu çocukların bedensel sporlara mutlaka yönlendirilmelerinde  yarar  vardır. Böylelikle enerjilerini  kanalize edecek  bir yol ve faaliyette sunulmuş olunur.
  • Ebeveynlerin üzerinde durması gereken asıl mesele tutarlılıktır.  Yani ortak hareket etmedir. Dikkat eksikliğinde sihirli kelime alışkanlıktır. Alışkanlığa dönüştürülen her davranış beraberinde dikkat eksikliğinin olumsuz etkisini en aza indirecektir.
  • Ebeveynin disiplinli ve tutarlı davranışları çocuklarda erken yaşlarda sorumluluk bilincinin gelişmesini ve çocuğun tutarlı davranış geliştirmesini de sağlayacaktır. Ebeveynin tutarlı ve disiplinize tutumunu hiçbir şekilde bozmaması ve başkalarına da bozdurmaması gerekir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum:  Erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Çocuğunuzda dikkat eksikliği ve hiperaktiviteden  şüphe duyuyorsanız mutlaka bir uzamandan yardım alınız.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Uyku bozukluğu ve terapisi

Uykusuzluk, uykuya dalmakta güçlük, uykuyu sürdürmekte güçlük ve sabah yataktan dinlenmiş bir şekilde kalkamamak şeklinde görülebilmektedir. Uykusuzluk yakınması olan bireylerin uyku kaliteleri çok  düşüktür. (yatakta kalmalarına rağmen gerçekten uyudukları süre çok kısadır ya da yok denecek kadar azdır.)

İnsan yaşamının üçte biri uykuda geçer. Geçmiş dönemlerde uyku yaşantısı ölüm eşdeğeri olarak kabul edilirmiş. Günümüzde ise uyku merkezi sinir sistminin sirkadiyen ritimlere entegre olmuş bir işlevi olarak kabul edilmektedir. Sirkadiyen ritm; İnsan organizmasının içsel ve dışsal uyaranlara (gün ışığı, metabolik ve hormonal değişimler, sosyal ve çevresel uyaranlar) uyumu sonucu oluşan, 24 saatlik zaman dilimini kapsayan uyku – uyanıklık,  istirahat – etkinlik döngüsüdür.

Uyku bozuklukları çağımızda çok yaygın görülmektedir. Her insan yaşamının bir döneminde uykusuzluk şikayeti çekmiştir. Uyku bozukluğu olan bireyin gün içinde sosyal ilişkilerinde,  iş ilişkilerinde, aile ilişkilerinde bozulma, huy değişiklikleri (özellikle bebek ve çocuklarda hatta yetişkinlerde de görülmektedir.) konsantrasyon bozuklukları ve öğrenme güçlüğü şeklinde şikayetlerle insanlar, terapi merkezlerine gitmektedirler.

Bu kadar yaygın olduğu bilinen, kişinin günlük yaşantısını, uyumunu bozan, uyku bozukluklarının tedavisinde doğru tanı koymak ve uygun terapi yaklaşımında bulunmak çok önemlidir. Tanı ve terapide yapılacak hatalar uyku bozukluğunun kronikleşmesine ve ikincil başka bozuklukların gelişmesine neden olabilmektedir. (öfke patlamaları, anksiyete, depresyon v.b.)

Uykusuzluk şikayetleri kadınlarda ve yaşlılarda daha sık görülmektedir.

Gece uykusu bozuk olan kişilerde uykusuzluktan yakınmalarının yanı sıra günlük işlevlerinde bozulma, iş verimliliğinde azalma, yoğunlaşmada, odaklanmada güçlük, huzursuzluk, sinirlilik, endişe gibi yakınmalarla da terapiye gelirler.

Normal uyku:

İki uyku dönemi vardır. 1. REM (Rapid Eye Movement) uykusu. Hızlı göz hareketlerinin görüldüğü uyku dönemi 2. Non-REM uyku dönemi. Hızlı göz hareketlerinin görülmediği dönemdir. Normal erişkin bir insanın tüm gece uykusunun % 75’ini Non-REM uykusu, % 25’ini de REM uykusu oluşturmaktadır.

Non-REM Uuykusu da kendi içinde dört farklı evreden oluşur: Evre I: uyanıklıktan uykuya geçiş dönemini oluşturur. Toplam gece uykusunun % 5’ ini oluşturur. Evre 2: Normal gece uykusunun % 45’ini oluşturur. Evre III – IV: Bu iki uyku evresi birlikte yavaş dalga uykusu olarak adlandırılır. Yavaş dalga uykusu toplam gece uykusunun % 25’ini oluşturur.

REM UYKUSU: hızlı göz hareketlerinin görüldüğü dönemdir. Rem uykusu sırasında göz kasları ve erektil kaslar dışında tüm vücut kaslarında gevşeme olur. Tüm gece uykusunun % 25’ini REM uykusu oluşturur.

Normalde gece uykusunun ilk yarısında Non-REM uykusu, ikinci yarısında ise REM uykusu hakimdir. Non- REM uykusu ile REM uykusu arasındaki oran yaşın ilerlemesiyle beraber değişir.

Uykusuzlukla birlikte görülen psikolojik bozukluklar:

Uykusuzluk şikayetlerine, (semptomlarına) çok yönlü yaklaşmak gerekir. Uykusuzluğu bir hastalık olarak değil de bir belirti olarak görmek, ele almak ve altta yatan dinamik nedenlere yönelmenin daha doğru olduğunu düşünmekteyim.

İnsomni ve alt tipleri: İnsomni uykuya dalma ya da sürdürmede güçlük, uykunun yeterince dinlendirici olmaması şeklinde tanımlanmaktadır. İnsomniler uykusuzluk yakınmasının süresine bakılarak 3 kategoride değerlendirilebilir:

Geçici tip insomni: Uykusuzluk yakınması  sadece birkaç gün sürer.

Kısa süreli insomni: Uykusuzluk yakınması bir aydan daha kısa sürer.

Uzun süreli insomni: Uykusuzluk yakınması bir aydan daha uzun sürer. (Bu tip insomnide çoğunlukla; uykusuzluk yakınmasının sürmesine neden olan altta yatan psikolojik/psikiyatrik bir bozukluk ya da tıbbi bir durum, alkol ya da madde kullanım bozukluğu vardır.)

Parasomniler:  

Kabus Bozukluğu: Daha çok küçük yaşlarda 3/5  yaş arası başlayan,  gece uykusunun ikinci yarısında korkulu rüyalarla uyanmaya yol açan bir uyku bozukluğudur. Genellikle hiçbir şey yapılmasa bile ergenlik döneminde kendiliğinden düzelmektedir. Kabus bozukluğu yaşayan danışanlar, korkulu rüyasının içeriğini hatırlarlar. (Canavar beni  kovalıyordu, beni kaçırmışlardı v.b. geçmiş travmalarının etkisi, ya da izleri de olabileceği gibi izlemiş olduğu bir filmin, ya da oynadığı bir oyunun  etkisi de olabilmektedir.)

Uyku terörü: Gece uykusunun ilk bölümünde, genellikle de uykunun ilk 90 dakikası içinde görülen, çığlık atma, ağlama, ve yoğun korku ile uyanmaya neden olan uyku bozukluğudur. Daha çok erken yaş dönemlerinde başlayıp,  yaş ilerledikçe sıklığı kendiliğinden azalır. Kabus bozukluğu ile birlikte de görülebilmektedir.

Uyurgezerlik: Yavaş dalga uykusu sırasında ortaya çıkan motor aktivitenin görülmesiyle karakterize bir uyku bozukluğudur. Genellikle gece uykusunun ilk üçte birinde görülür. 5/12 yaş grubundaki çok sık rastlandığı gibi yetişkinlerde de görülebilmektedir. Uyurgezerin uyuduğu odada, uyurgezerliği sırasında zarar görmemesi amacıyla önlemler alınmasını tavsiye ederiz. (Evin dış kapısının kilitlenmesi, odasının içinde  çarparak devirebileceği, zarar görebileceği eşyaları kaldırmak gibi.)

Uykusuzluğun Nedenleri:

Fiziksel nedenler: Öksürük, nefes darlığı, kaşıntılar, huzursuz bacak sendromu, baş ağrısı, kanser ağrıları, menapoz, alkol, ilaç, psikoaktif madde yoksunluğu

Davranışsal Nedenler: Yaşam biçimiyle ilgili nedenler, gün içinde uyumalar, yatma saatine yakın aşırı fiziksel aktiviteler, düzensiz uyuma alışkanlığı, alkol veya tütün kullanımı, akşam saatlerinde aşırı kafeinli içecekler tüketmek, yatak odası koşullarının uyku hijyenine uygun olmaması.

Ruhsal Nedenler: (Psikolojik/Psikiyatrik bozukluklar) Depresyon, Anksiyete bozukluğu, panik atak bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, şizofreni, duygu durum bozuklukları, anoreksiya nevroza, kronik alkolizm, psikoaktif madde bağımlılığı, post travmatik stres bozukluğu.

Yaşam olayları: Ayrılık, boşanma, aşırı çalışma, mesleki değişiklikler, kaza, saldırı gibi travmatik yaşantılar, çevresel değişiklikler, göç, aile bireylerinden birinde ciddi bir hastalık olması, aile bir doğum olması, bir yakının ya da eşin ölümü, mali kayıplar, fiziksel bir yetersizliğin olması, aile bireylerinden birinin evden ayrılması, emeklilik, maddi zorluklar.

Aşık olmak: İki gecem var ikisi de uykusuz; Ya sensizim uyuyamam, ya sen varsın uyku haram. Aşk insanın salgı bezlerini, kimyasallarını etkiler. Uykusuzluğa neden olabilmektedir.

İlaçlar: Antidepresanlar, tiroid hormonları,  Çeşitli nedenlerden dolayı kullanılan ilaçların yan etkileri.

Tanı: Uykusuzluk yakınmasıyla terapiye başvuran kişilerde ayrıntılı anamnez (yaşam öyküsü) alınır. Danışanın uyku alışkanlıkları, uykusuzluk yakınmasının özellikleri, ne zamandır sürdüğü, ne zaman başladığı, uykusuzluk yakınmasıyla beraber günlük işlevlerinde bir bozulma olup olmadığı, uykusuzluk yakınmasına neden olabilecek özgül bir uyku bozukluğu olup olmadığı da ayrıntılı anamnezde alınır. Uyku bozukluğuna neden olabilecek tıbbi ya da psikiyatrik bozukluk şüphesi olursa gerekli tetkikler için hastaneye  ya da doktora muayene olması için yönlendirme yapılması gerekebilir. (Hemogram, karaciğer fonksiyon testleri, tiroid tetkikleri, hipotalamus – hipofiz – adrenal eksenin incelenmesi için testler, tahliller gerekebilir.)

Alınan anamnez (öykü) yapılan muayene, ve tetkikler sonucunda özgül bir uyku bozukluğunun varlığı düşünülürse polisomnografik tetkik (uyku testi) düşünülebilir.

Tedavi yaklaşımları:

Uykusuzluk bir belirti (semptom) olarak ele alınmalı ve altta yatan nedene(lere)  yönelik tedavi planlanmalıdır.

Altta yatan neden kan basıncı ya da hipertansiyon gibi bir tıbbi bir bozukluksa, bu tıbbi bozukluğun tedavisiyle danışan rahatladıkça şikayetleri de yok olacaktır.

Uykusuzluk şikayetleri bir çok psikolojik/psikiyatrik bozuklukla birlikte görülebilmektedir. Depresyon, panik atak bozukluğu, anksiyete bozukluğu, duygu durum bozukluğu, posttravmatik stres bozukluğu gibi. Uyku bozukluğu şikayetleri psikolojik/psikiyatrik bozuklukların çoğunda öncül bir belirtidir. Psikolojik/Psikiyatrik bozukluğun tedavisiyle ilk düzelen belirtilerden (semptomlardan) birisi de uykusuzluktur.

Depresif danışanlarda uykuya dalmakta güçlük, uykuyu sürdürmekte güçlük, sabah dinlenmiş bir şekilde uyanamamak gibi uyku bozuklukları görülebilmektedir. Depresyon terapisiyle danışan düzeldikçe uyku bozuklukları da düzelmektedir. Dikkat edilmesi gereken bazen antidepresanların da uyku bozuklukları yapabildiğidir.

Özgül uyku bozukluklarında da (huzursuz bacak sendromu, uyku apne sendromu gibi) nedene yönelik tedavi yapıldığında özgül uyku bozukluğunun belirtileriyle beraber uykusuzluk şikayetleri de düzelmektedir.

Altta yatan nedene yönelik terapinin dışında uykusuzluk şikayetinde hemen sedatif, (sakinleştirici) ilaçlara başvurulmamalıdır. Uyku sorunu olan insanlar, bir taraftan ilaç alarak uykusuzluklarının geçmesini isterlerken, diğer taraftan da daha sonraki yaşamlarında ilaç  almadan uyuyamayacaklarına inanırlar. (Psikolojik bağımlılık yapabiliyor.) ilaç kötüye kullanımını veya bağımlılığını beraberinde getireceğinden dolayı risklidir. İlaçlar çok kısa süreli olarak, uykusuzlukla ilgili var olan kısır döngüyü kırmak için ve doktor denetiminde, ve  miktarınca kullanılabilir.

Uyku sorunu yaşayan danışanların, altta yatan sorun ne olursa olsun uyku hijyeni konusunda mutlaka bilgilendirilmelidir. Danışanlar sadece uyku hijyeni hakkında bilgilendirilmesiyle bile olumlu sonuçlar alınabilmektedir.

İnsan hayatında yemek yeme, su içmek kadar çok gerekli bir fizyolojik ihtiyaç olan uyku, insanın hem bedensel hem de ruhsal açıdan sağlıklı olmasını sağlıyor. Uyku kalitesinin yükselmesiyle bağışıklık sistemi de gelişir ve güçlenir.  Güzel bir uyku için uyku hijyeni çok önemlidir.

Uyku hijyeni ile ilgili bilinmesi gerekenler şunlardır:

  1. Uyku gelmeden yatağa gidilmemelidir.
  2. Uyumak için yatağa gidildikten yarım saat sonra halen uykuya dalınamıyorsa, yataktan kalkılmalı ve tekrar uyku gelince yatağa gidilmelidir.
  3. Yatak odası sadece uyumak ve cinsel aktiveteler için kullanılmalıdır.
  4. Olabildiğince yatma ve kalkma saatleri aynı olmalıdır. Güçlü bir uyku – uyanıklık döngüsüne sahip olmak için bu gereklidir.
  5. Yatma saatlerine yakın aşırı çay, sigara, kahve, kafeinli içecekler ve alkollü içecekler tüketilmemelidir.
  6. Yatmadan önce aşırı aç ya da aşırı tok (çok yemek yiyerek) olunmamalıdır.
  7. Yatma saatlerine yakın aşırı zihinsel ya da fiziksel aktivitelerde bulunmamalıdır.
  8. Gün içinde uyunmamalıdır.
  9. Yatmadan önce uykuya dalmayı kolaylaştıracak aktiviteler yapmayı alışkanlık haline getirmek, ya da yatmadan önce uykuyu çağrıştıracak ritüelleriniz olsun. (ılık süt içmek, papatya, melisa, ada  çaylarından birisini içmek, kepek ekmeğinden bir dilim almak çünkü kepek, serotonin hormonu üretimini artırarak uykuya katkıda bulunur. Duş almak, dişlerinizi fırçalamak v.b.)
  10. Yatak odasının ısı, ışık ve ses özellikleri uyumak için uygun olmalıdır. Yatak odanızın atmosferinin uykuya elverişli olduğundan emin olun. Çok sıcak ya da çok serin hava, gürültü, sigara dumanı ve havasızlık uykuyu bozar. Yatak odalarında ideal sıcaklık  16-18 derecedir.
  11. Sabahları kalktığınızda dışarı çıkmak ve yüzünüzü 15 dakika güneşe dönmek, vücut saatinizi ayarlamanıza yardımcı olur.

Uykusuzluk terapisinde gevşeme teknikleri, düzenli egzersiz, bilişsel davranışçı terapiler, EMDR, hipnoz, uyaran kontrolü gibi yöntemler kullanılabilmektedir. Uyaran kontrolünde kişinin yatakta kalma süresi olabildiğince kısıtlanarak uyku kalitesi yükseltilmeye çalışılır.

 Son olarak şunu belirteyim; Uykusuzluk bir nedendir, belirtidir. Tedavi edilmediği zaman başka rahatsızlıkların önünü açabildiği gibi belki de var olan psikolojik rahatsızlığın daha da uzamasını da sağlar.  Uyku sorunu yaşıyorsanız, nedenlerini ve çözüm yollarını bulmak, konuşmak, altında yatan dinamik durumları düzeltmek için terapi almanızı tavsiye ederim.

Sevgiyle ve sağlıkla kalın 🙂

  Erol AKDAĞ

Klinik  Psikolog

Zor kişi (lik) lerle nasıl yaşanır?

Kendini tanımayan insanın mutlu olması mümkün mü? Zayıf ve güçlü yanlarını bilmeyen, kendinde neleri değiştirip neleri değiştiremeyeceğini bilmeyen insan ne kadar mutlu olabilir? Kendimizin farkında mıyız? Kendimizi seviyor muyuz? Kendimizle barışık mıyız?

Bir saç kurutma makinesi  ya da bir televizyon aldığımızda, kullanma klavuzunu  okuyarak, onu  tanımaya çalışırız. Soru Şu: kullandığımız araçları tanımak için harcadığımız zaman ve enerjiyi kendimizi ve ilişki kurduğumuz insanları tanımak için de harcıyor muyuz? Düşüncelerimiz, duygularımız, davranışlarımız, inançlarımız, isteklerimiz ve ruh halimiz üzerinde çoğu zaman etkili olamıyoruz. İstediğimiz zaman bizi üzen düşünceleri, duyguları kendimizden uzaklaştırıp, onların yerine bizi rahatlatan düşünceleri getirmekte zorlanıyoruz.

Kendisini bilen ve kendisiyle sağlıklı iletişim kurabilenler ancak başkalarını bilir ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurabilir. Bu yolculuk öncelikle kendimizden ve kendimizle başlar.

Çocukluğumuzun ilk yıllarından itibaren hayat sahnesinin içerisinde bir şeylerin parçası oluruz. İstesek de istemesek de farkında olmadan bir şeylerin parçası oluruz. Çocuk olmakla, çocuk grubuna dahil oluruz. Okula gitmekle  öğrenci grubunun bir üyesi oluruz. Bir yuva kurmakla evli insanlar statüsüne gireriz.  Evladımızın olması durumunda anne- baba  statüsünde bir grubun üyesi oluruz. Bir meslek seçmekle  de çalışma hayatımız boyunca bir mesleğin üyesi oluruz.  Bu ilişkiler yumağının ruh dünyamıza olumlu ya da olumsuz etkileri olmaktadır.

İnsan olmakla başlar her şey. Ama her insan aynı değildir, doğumla  gelen,  yaşayışıyla şekillenen bir canlıdır insan. Bir düşünürün dediği gibi “ karalanmamış, yazılmamış bir romandır yazıcısını bekleyen”

Kendimizi tanımamızın yanında kendimizle barışık olmakla beraber diğer insanlarla yaşama zorunluluğumuz var. İnsanın tanımında biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak tanımlanır. Yani diğer insanlarla iletişim kurmaya, konuşmaya onlarla beraber yaşamaya muhtaç bir yanımız daha var.  kendimizi ne kadar tanıyoruz? Başkalarını ne kadar anlayabiliyoruz? Kendimizi ne kadar anlatabiliyoruz?  insanlarla iyi iletişim kurma, kurabilme ölçüsünde başarılı ve mutlu olacağımızı varsayabiliriz.  Mükemmel insan var mıdır? Acaba gerçekten mükemmel insan ararken yalnız mı kalıyoruz? Biz ne kadar mükemmeliz? Eksilerimiz, artılarımız neler? Mükemmeli yakalama peşinde koşmalı mıyız? Kendimizi ne kadar değiştirebiliriz? Kendi doğrularımız başkalarının doğrularıyla ne kadar örtüşüyor? Örtüştüğü ölçüde mi arkadaş ve dost çevremiz genişliyor? Yoksa yalnızlığımızla baş başa mı kalıyoruz? Bu soruları benim cevaplandırmamdan ziyade sizlerin düşünmesi ve kendinize göre kendiniz için cevap vermenizdir.

Şu bir gerçektir ki; mükemmel insan bulmak gerçekten çok zordur, fakat dengeli insan olma ve bulma sanıldığı kadar zor değildir.  insanlar istediği ölçüde kendi kişiliğini değiştirebilir ve koruyabilir.

Dengeli insan kimdir?   Dengeli insan;  Aklını kullanabilen, tutarlı olabilen, davranışlarını ve duygularını kontrol edebilen, yönlendirebilen, sağlıklı ilişkiler kurabilen ve devam ettirebilen, iyimser, ne istediğini bilen, oluşturduğu değerler ve amaçlar doğrultusunda yaşamını devam ettirebilen ahlak sahibi insandır diyebiliriz.

Her insanın bu dengeli insan vasıflarına sahip olmadığı ve bu insanların bizlerle birlikte yaşadığından dolayı  kendimizi ve karşımızdaki insanları  tanımaya, anlamaya çalışırsak, hem kendi yaşantımızın dengesini korumuş oluruz  hem de karşımızdaki insana yardımcı ve faydalı olmuş oluruz.

Peki bu insanlar kimlerdir? Ve özellikleri nelerdir?

Zor kişilikler başlığı altında sınıflandırılan bu yapılar,  davranış ve duygulanımın çeşitliliğine göre kategorize edilmektedir. Bu kategorilere göre günlük hayatta en sık karşılaşabileceğimiz , birlikte yaşamak zorunda kalabileceğimiz zor kişilikleri ele almaya çalışacağım.

Öncelikle şunu da belirteyim.  Aşağıda bahsedeceğim kişilikler  bizlerde de görülebilir. Önemli olan görülmesi değil sıklığı ve sürekliliğidir.

Zor kişilikleri, kendi gayretinizle değiştirmeye çalışmayın. Yol gösterin. Gerekli yerlerde tavsiyelerde bulunun. Yoksa o değil, farkında olmadan siz değişebilirsiniz.

Zor kişiliklerle karşılaştığımızda ya da beraber yaşama zorunluluğumuzda  ne yapmalıyız? Bu insanlarla yaşamanın ince detayları nelerdir? Bunları bir ölçüde bilirsek ve en azından o insanı içinde bulunduğu durumla birlikte değerlendirirsek  yaşamımız daha kolaylaşır ve güzelleşir.

Kaygılı kişiler:

Kendisi ve yakınları için, günlük yaşamın tehlikelerine oranla çok yoğun ve sıkça endişe duyan, çoğunlukla fiziksel ve aşırı gerilim içinde olan, sürekli biçimde tehlikeleri düşünmek, tehlike riski düşük olayları bile kontrol  edebilmek  için beklentiler içinde olmak.

Hepimiz bazen olan ve olabilecek olaylar için tedirgin oluruz bu normaldir. Ama bu normallik yukarıda belirtildiği gibi aşırılık ve gerilim, aşırı tedirginlik oluşturuyorsa bu durum benliğe uyum sağlayarak kişilik haline gelir ve devam ettirdiğimiz ölçüde bununla birlikte yaşarız. Eve geç kalır mıyım? İşe geç gidersem patron ne der? Otobüsü kaçırır mıyım? V.b.

Kaygılı kişilere karşı nasıl davranmalıyız?

Güvenirliliğinizi göstermelisiniz.

İnce mizah kullanın. (Sen bittin,  Seni kesin yakar v.b.)

Terapi alması, destek alması için onu teşvik edin.

Kaygılı kişilere karşı nasıl davranmamalıyız?

Kendinizi esir duruma düşürmeyin.

Kendi sıkıntılarınızı, sorunlarınızı boşu boşuna onunla paylaşmayın.

Can sıkıcı konuşmalardan uzak durun.

Onu şaşırtmayın.

Eğer bu kişi amirinizse onun için güvenilir olduğunuzu kanıtlayın. İş arkadaşınız ya da yardımcınız ise; kaygılı olabileceği özellikleri önceden tahmin edin ona göre davranın.

Paranoyak (Şüpheci)  kişiler:

Kendisi hakkındaki kötü niyetlerinden dolayı diğer insanlardan kuşkulanan, çevresindeki her şeye karşı çok dikkatli, tetikte bulunan, kuşkucu, kendisini başkalarına anlatmaktan kaçınan, başkalarının hatta yakınlarının dürüstlüğünden bile kuşku duyan, kıskanç mizaçlı, hep kendi hakkı ve haklarıyla uğraştığından kolaylıkla hakarete uğradığını sanan, hakarete uğradığını hissederse bin kat fazlasıyla misillemede bulunacak yapıda bir kişilik portresidir.  Kendini akılcı, soğuk, mantıklı gösterir.  Başkalarının gösterdiği kanıtlara direnir, sevgi ya da olumlu duygular göstermede güçlük çeker, mizah yönü gelişmemiştir.

Bir paranoyağa kızgınlığınızı nasıl göstermeniz gerekir?

Paranoid  birisiyle iletişim kurarken şunları söyleyin;  Artık bunları duymak istemiyorum. Ya da her gün aynı şeyi tekrarladığında  canımı sıkıyorsun, bu beni öfkelendiriyor.  Bu iki davranışta da onun kişiliğini değil, davranışlarını eleştirmiş olursunuz.

Şunları söylemeyin; “ işe yaramaz birisin” “ seni tımarhaneye yatırmak  gerekir.” “tedavi  görmelisin” bunları söylediğinizde onun kişiliğine saldırıyor olacaksınız, paranoyak kişi bunu kabul edemez size karşı daha ağır saldırıya geçecektir.

Şunları yapın:  Nedenlerinizi ve niyetlerinizi açıkça belirtin.

Onunla düzenli ilişki sürdürün. Yasalara ve yönetmeliklere göndermeler yapın. Başka müttefikler arayın. Küçük zaferler kazanmasına izin verin, ancak takip edin.

Şunları yapmayın: Kendi oluşturduğu imaja saldırmayın. Hata yapmayın. Arkasından dedikodu yapmayın, öğrenecektir. Yanlış anlamaları düzeltmekten kaçınmayın.

Eğer bu kişi amirinizse bölüm değiştirin. Eğer iş arkadaşınızsa ya da yardımcınızsa Allah yardımcınız olsun. Psikolojik yardım alması için yardımcı olmaya çalışın. Ya da iyi bir avukat arkadaşınız olsun.

Histrionik (oyuncu) kişilik:

Başkalarının dikkatini çekmeye çalışan, genel ilginin olmadığı ortamlardan hoşlanmayan, yoğun olarak etrafındakilerin sevgisini arayan, sık sık değişen duygularını dramatize ederek açığa vuran, karşısındaki kişileri abartılı biçimde idealize etme ya da aşağılama eğiliminde olan bir kişilik yapısıdır.

Şunları yapın: Dramatik durum ve aşırılıklara hazırlıklı olun. Her normal davranışına ilgi gösterin. Kahramanlık mertebesinden zavalılık düzeyine indirilmeye ya da tam tersine hazırlıklı olun. Ona ara sıra sınırlarını belirleyecek oyunlarını oynayabileceği bir alan bırakın.

Şunları yapmayın: Onunla alay etmeyin. Çoğunlukla sahte olan baştan çıkarma davranışları karşısında heyecana kapılmayın. Çok yumuşak olmayın.

Saplantılı (Obsesif) kişilik:

Mükemmelliyetçi; çoğunlukla sonucu etkileyecek kadar ayrıntılara, prosedürlere, düzenlemelere ve sıralamaya aşırı derecede dikkat eder.

Diretme; her şeyin kurallarına ve onun beklentisine uygun biçimde yapılması için ısrar eder.

İlişkilerde soğukluk, sıcak duygularını ifade etmekte zorlanır, çoğunlukla şekilci, soğuk ve sıkıntılıdır.

Kuşku; bir hata yapmaktan korktuğundan karar vermekte zorlanır, aşırı derecede tereddüt eder ve ince düşünür.

Ahlaki sağlamlılık; aşırı boyutlarda vicdanlı ve titizdir.

Şunları yapın: Düzenli ve kesin olmalarını beğendiğinizi söyleyin. Güvenilir ve olduğu gibi görünen bir insan olun. Çok ileriye gittiğinde kesin ve somut kanıtlara dayanan eleştirilerde bulunun. Ona uygun görevler verin.

Şunları yapmayın: Takıntılarıyla alay etmeyin. Düşüncelerinin içine çekilmeden kendinizi korumayı bilin. Onun yaptığı, konuştuğu her şeyi doğru kabul etmeyin. Fazla sevgi gösterip, onu takdir ve ve hediyelere boğmayın.

Eğer bu kişi patronunuzsa raporlarınızda yazım hatası kesinlikle olmasın. İşlerinizi savsaklamayın. İşe geliş gidişlerinize çok dikkat edin. Kurallara uyun.

Eğer bu kişi eşinizse ev işlerinin hesabını ona bırakın eve girerken patenlerinizi takmayı unutmayın 🙂

Eğer bu kişi iş arkadaşınız ya da yardımcınız ise onu denetim ve son gözden geçirme işleriyle görevlendirin.

Narsist (Özsever) kişilik:

Kişiliği; olağanüstü ve ayrıksı olduğu duygusunu taşır. O her şeyi herkesten daha çok hak etmektedir.

Aşk ve meslek hayatında elde edilecek büyük başarıların tutkularıyla doludur.

Çoğunlukla fiziksel görünüme ve giysilere çok düşkündür.

Başkalarıyla olan ilişkilerinde ilgi ve ayrıcalık bekler. Ama karşılık vermeye zorunluluk hissetmez.

Beklediği ayrıcalıklar kendisine sunulmazsa kızar ve öfke patlaması yaşar.

Amaçlarına ulaşmak için başkalarını kullanır ve sömürür.

Kendisini başkalarının yerine koyma duygusu (empati yapma becerisi) gelişmemiştir. Başkalarının duygularından etkilenmez.

Şunları yapın:  Samimi olduğu her durumda onu takdir ettiğinizi gösterin. Başkalarının tepkilerini ona izah edin. Başarılarınızı ve ayrıcalıklarınızı saklayın. Sadece zorunlu eleştirilerinizi yapın ve çok açık olun. Eleştiri yaparken kesinlikle kişiliğini hedef almayın.

Şunları yapmayın: Sizi kullanmasına karşı çok dikkatli olun. Almadan veren kesinlikle olmayın. Tekrarlamak istemediğiniz iyilikleri hiçbir zaman yapmayın.

Eğer bu kişi amirinizse; onunla birlikteyken gururunuzu ön planda tutmayın bir adım geride durmayı bilin.

Eğer bu kişi arkadaşınız ya da yardımcınızsa; yerinizi kapmaması için çok dikkatli olun.

Şizoid (içine kapanık) kişilik:

Çoğunlukla anlaşılmaları çok güç olabilmektedir. Başkalarının iltifatlarına ya da eleştirilerine ilgi göstermez kendi hallerindedirler. Özellikle tek başına gerçekleştirilen etkinlikleri seçerler. Samimi dostları az sayıda ve genellikle aile çevresindendir. Birine kolay bağlanmazlar. Sürekli mesafeli  davranırlar. Başkaları ile birlikte olmayı arzulamazlar. Göz kontağı kurmazlar ya da çok az kurarlar, utangaç ve çekingen davranırlar.

Eleştirilmekten ya da kendisiyle alay edilmesinden korkar, gülünç duruma düşmekten endişe duyar.  Karşısındakinin iyi niyetinden emin olmadan iletişim kurmaktan sakınırlar. Yeni bir iş, yeni kişilerle tanışma, yeni ortama girmek, samimi ilişkiler kurmak  hep onlarda kaygı uyandırır.

Şunları yapın:  Yalnız kalma isteklerine saygı gösterin. Ona kendi koşullarına uygun işler verin. İç dünyası ile ilgilenin. İzin verdiği kadar yakınlaşın, yaklaşın. Mesafe ayarını iyi yapın.

 Şunları yapmayın:  yoğun heyecanlarını dışa vurmasını istemeyin. Aşırı konuşarak onu bunaltmayın. Yalnızlığa gömülmesine izin vermeyin. İzin verdiği alanı zorlamayın.

Depresif kişilik:

Karamsarlık: Olayların kötü yanlarını, olası tehlikeleri öne çıkarır. Olayların olumsuz yönlerini abartarak, olumlu yönünü küçümser.

Hüzünlü Mizaç: Yolunda gitmeyen bir şey olmasa bile hep üzüntülü, ağlamaklı durumdadır.

Hazsızlık: Hoş olarak kabul edilen şeylerden bile (eğlence, mutlu olaylar) zevk almaz ya da çok az zevk alır.

Kendini küçük görme: Kendisini başka insanların seviyesinde, ayarında görmez. Uyum sağlayamaz. Suçluluk duyar. (Başkaları onu takdir etse bile)

Bu kişiler, durumlarını patolojik olarak, bir sorun olarak  görmezler. Meslek, aile, okul ilişkilerini görevlerini yerine getirmekte zorluk, güçlük çekerler. Kendilerini kötü hissetmeye o kadar alıştırmışlardır ki, kendilerini iyi hissedeceklerini hayal bile edemezler.

Şunları yapın:  Sorular sorarak dikkatlerini olumlu yönlere çekin. Neşeli etkinlikler bulmaya çalışın. Yürüyüş yapın. Birlikte spora başlayın. Onu önemsediğinizi hissettirin. Yardım alması için ikna etmeye çalışın. Ufak olumlu davranışlarını ya da güzel pozitif konuşmalarını destekleyin.

Şunları yapmayın:  Onakendine gelemsini, canlanmasını söylemeyin. Onu azarlamayın, ahlak dersi vermeyin. İçinde bulunduğu durgunluğa, onun mood durumuna sürüklenmeyin.

Bağımlı kişilik:

Başkaları tarafından desteklenme ve rahatlatılma ihtiyacı duyarlar. Başkalarının onayı olmadan karar almaktan çekinirler. Kendileri için önemli olan hayati konularda bile karar almayı bir başkasına bırakırlar. Bir projeyi başlatmakta, sürdürmekte zorlanırlar, daha çok gelişmeleri izlemeyi tercih ederler. Yalnız kalmayı, yalnız başına iş yapmayı sevmezler. Kimseyi gücendirmemek için her şeye evet derler. Söyledikleri kabul edilmez ya da eleştirilirse bundan çok etkilenirler ve aşırı kaygı duyarlar. Çok yoğun terk edilme kaygısı taşırlar. Ayrılmalardan olumsuz etkilenirler.  Başkalarına şirin ve sempatik görünmek için beklentisi az olan işleri kabul ederler.

Neden bağımlı olunur?

Anne- baba davranışları (aşırı sevgisizlik ya da aşırı sevgi) Eğitsel davranışlar (aşırı ilgi ya da ilgisizlik) Yaşanan travmatik olaylar.

Şunları yapın:  Başarılarından daha çok girişimlerini destekleyin. Eğer sizden bir tavsiye isterse, cevap vermeden önce onun kişisel düşüncesini sorun ve öğrenin. Ondan öğüt ya da yardım istemekten çekinmeyin. Onu  etkinliklerini  artırma konusunda teşvik edin.  Onsuz da bazı şeyler yapabileceğinizi bunun onu terk etmek anlamına gelmediğini açıklayın.

Şunları yapmayın:  Acil olarak rica etse bile onun yerine karar almayın. Darda kaldığı her durumda yardımına koşmayın. Başarısız olsalar bile, girişimlerini eleştirmeyin. Ayak işlerinizi yaparak ya da size hediyeler sunarak bağımlılığı satın almasına izin vermeyin. Onun sürekli gölgenizde yaşamasına izin vermeyin.

Pasif – agresif (edilgen- saldırgan) kişilik:

Kişisel veya profesyonel alanda başkalarının isteklerine karşı genellikle direniş gösterirler. Emirleri aşırı derecede tartışır, otoriteyi temsil edenleri eleştirirler. Ancak bu işi yaparken dolaylı yoldan yaparlar. Kendilerine verilen işi savsaklarlar, geciktirirler, unuturlar. Anlaşılmadıklarından ya da sevilmediklerinden yakınırlar. Kendisine haksızlık yapıldığını ileri sürerler.

Şunları yapın:  Pasif- agresif kişilere mümkün olduğu her durumda görüşlerini alın. Kendilerini ifade etmelerine yardımcı olun. Ona oyunun kurallarını hatırlatın.

Şunları yapmayın:  Size olan muhalefetini görmezlikten gelmeyin. Onu anne –baba üslubuyla çocuk gibi eleştirmeyin, fırçalamayın. Sizi karşılıklı misilleme oyununa sürüklemesine izin vermeyin.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Ergen olmak mı, ergen anne babası olmak mı daha zor ?

Gelişim dönemlerinin en tehlikeli bölümü şüphesiz ki ergenlik çağı dediğimiz dönemdir. Ergenlik dönemi  biyolojik,  psikolojik,  zihinsel  ve  sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir.  Ergenlik dönemi (buluğ/gençlik çağı) ruhsal dalgalanmaların yoğun görüldüğü zor bir dönemdir.  Bu dönem  “ fırtına- gerginlik ” dönemi olarak da adlandırılır. Bir başka deyişle ergenlik tam anlamıyla bir savaş dönemidir. Fizyolojik açıdan hormon savaşlarının, psikolojik açıdan da kişilik savaşlarının verildiği bir yapılanmadır. Ergenlik dönemi  hem ergen  için hem de ergenin ailesi için zor bir dönemdir. Aile ergeni anlamakta güçlük çekerken, ergen anlaşılmamaktan yakınır. Ebeveynler, çocuğunu ve ergenlik dönemini ne kadar fazla tanırsa bu dönem o kadar az sancısız atlatılır.

UNESCO gençlik çağı olarak 12-14 yaş dilimlerini baz alır. Bu yaş dilimleri coğrafi koşullardan dolayı  kültürden kültüre ve ülkeden ülkeye değişebilir.

Ergenlik döneminde ergen; bedensel, cinsel, sosyal ve duygusal anlamda farklı bir döneme girmiştir. Bu süreçler sebebiyle ergen kendisini farklı hisseder ve çoğu zaman kendisini tanımlamakta zorluk çeker. Çocuk, ergenlik döneminde bir arayış içine girer. Birilerine benzemek ister. Kendisine rol  model seçer.  Seçtiği modelleri ve olmak istediği kişilik tiplerini bire bir taklit etmeye çalışır. Kendi kendisini, çevresini, ailesini herkesi, her şeyi sorgular. Kimi zaman içe kapanır kimi zaman sosyal görünür. Bağımsızlık arayışı içine girer.

Ergen ne hisseder, ne ister?

  1. Ergenin duygularında istikrarsızlık görülür. Bir gün önce çok mutlu ve enerjik olan ergen, ertesi gün kabuğuna çekilmiş ve bitkin olabilir. Duygular anlık değişebilir. Bu nedenle ebeveynlerinin bunu kabul etmesi ve her defasında daha dün iyiydin, şimdi ne oldu? türünden sorgulamalarına ve baskıcı davranmalarına yol açabilmektedir.
  2. Bu dönemde ergen duygularını çok dolu ve coşkulu yaşar. Dinlenilmek, anlaşılmak, kabul görmek, onaylanmak isterler.
  3. Diğer dönemlere göre daha yoğun hayal kurar ve gerçeklerden zaman zaman uzaklaşırlar. Bu hayaller gerçek planlarını oluşturabildiği gibi karşı cinsle ilgili de olabilmektedir.
  4. Ergenler zaman zaman yalnız kalma isteği içinde olabilmektedirler. Odasına çekilen ve yalnız kalmak istediğini söyleyen bir ergenin ciddi bir sorunu olduğu düşünülüp kaygılanılmamalıdır.
  5. Ergen kendisini yorgun hissedebilir, buna bağlı olarak çalışmaya karşı isteksiz olabilmektedirler. Kendi istediklerini yapmak için bol enerjisi varken ebeveynlerinin isteklerini karşılamakta aynı enerjiyi göstermezler.
  6. Ergen yaşadığı bedensel değişimlere bağlı olarak çekinebilir ve kendisini saklama ve bu değişimlerden çevreyi haberdar etmeme isteği içinde olabilir.
  7. Yeni şeyler deneme merakı artmıştır. Meraklarını isteklerini gidermede yardımcı olunmalıdır.
  8. Bu dönemde arkadaşlık ilişkileri çok önemlidir. Ergenliğin ilk yıllarında kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle iletişim kurarlar. Ergenlik döneminde kızlar erkekler için,  erkekler de  kızlar  için merak konusudur.
  9. Ergenlerin fark edilme, takdir edilme, beğenilme ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacını yeterince ve miktarınca gideremeyen genç farklı arkadaş gruplarında bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışır.

Ergenlik döneminde neler gözlenir?

Ergen kimlik arayışı içindedir. Yalnız kalmak ister. Çalışma isteği yoktur ya da azalmıştır. Can sıkıntısını yoğun yaşar. Huzursuzdur. Otoriteye (anne- baba- okul- toplum) karşı direnir. Özgürlüğüne düşkündür. Bağımsız olmak ister. Bir gruba (spor, müzik, örgüt v.s) ait olma arzusu içindedir. İlişkilerinde ve girişimlerinde başarılı olmak ister.

Ergenlik, gencin kimlik arayışında olduğu bir dönemdir. Kimliğini bulmak için örnek insanlara ihtiyaç duyarlar. Genci örnek aldığı kişi yakın çevresinden birisi olabildiği gibi medyada boy gösteren ünlülerden birisi de olabilmektedir.  Gençlerde kimlik arayışı çoğu zaman başkaldırı şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir. Aileler böyle durumlarda biraz daha anlayışlı olabilmelidirler. Gencin yaşadığı bu dönemin geçici bir durum olduğunu öncelikle aklında tutmalıdır. Gençlerin üzerine bu dönemde fazla gidilmemesi ve onlarla etkili iletişim kurulması bir çok sorunun çözülmesini de sağlar.

Ergenlerin  şikayetleri:

Ebeveynlerinin anlayışsızlığı, baskısı, onur kırıcı söz ve davranışları

Arkadaş edinmede yaşadıkları güçlükler

Kız erkek arkadaşlık ilişkilerinin aile ve çevre tarafından yeterince anlayışlı karşılanmaması.

Boş zamanlarını etkin bir biçimde değerlendirecekleri yerlerin, olanakların olmaması.

Evde ve okulda dayağın bir eğitim aracı olarak kullanılmaya devam edilmesi.

Cinsel sorunlarını yeterince konuşamamaları.

Çocuk yerine konulmak.

İzinsiz dışarı çıkamamak.

Ölüm korkusu, dini konular, neyin doğru neyin yanlış olduğunu araştırmaları.

Dikkatlerini toplayamamak, zaman yönetimi konusunda sorun yaşamak.

Ailelerin şikayetleri:

Hırçınlaştı. Ders çalışmıyor. Sorumluluk duygusu yok. Canım sıkılıyor diyor en küçük isteklerini sert bir dille ifade ediyor. Kardeşlerini kızdırmaktan zevk alıyor.

Okuduğunu anlamıyor gibi. Durgunlaştı, dalgınlaştı. Çabuk karamsarlığa düşüyor. Ara sıra hiç yoktan huysuzlaşıyor, sert karşılıklar veriyor.

İleri derecede alıngan. Derslerinde fena değil ama oyuna, eğlenceye çok düştü. Olur olmaz her şeye ağlıyor. Evde huzursuz dışarıda sıkılgan davranıyor.

Her istediğini yaptırmak istiyor. Aşırı süsleniyor. Siz bana karışamazsınız diyor.

Hiç sorun çıkartmayan çocuktu okuldan kaçmış. Arkadaşlarıyla gezmiş. Sorunca yalan söyledi.

Çok harçlık istiyor. Çok geziyor, eve girmek istemiyor, spora çok düştü. Derslerini boş veriyor. Saçlarını kestiremiyoruz.

Son derece asi ve hırçın olmaya başladı. Başına buyruk olmak istiyor. Dayak, kötü söz, tatlı söz hiç birisi sonuç vermiyor. Bir psikoloğa mı götürsem?

Anne- Baba ne yapmalıdır?

Ergenlik dönemini yaşayan bir gence, ebeveyninin yapacağı en önemli yardım onu anlamasıdır. Onu anlamasının yolu ise onu ve gelişim dönemlerini bilmesini gerektirir. Ergenlik çağında bulunan bir kişi çok yönlü değişim içindedir. Bu değişim doğal olarak ergenin davranışlarını da etkiler. Ergen temel olarak fiziksel ve duygusal bir gelişim sürecini yaşar.

Başkalarıyla kıyaslamayın:  Onun kimlik ve kişilik arayışları gençlik döneminin temel davranışı olduğu  unutulmamalıdır. Genç, her gün bir başkası kişi gibi karşınıza çıkacaktır. Her denediği kişilik tipinin en mükemmel olduğunu size kanıtlamaya çalışacaktır. Anne- babada kendi istekleri doğrultusunda gelişmesini isteyecektir. Bu istekleri doğrultusunda beğendikleri kişilerle kıyaslama içinde olacaklardır. (Neden Ahmet gibi, Ayşe gibi değilsin diyeceklerdir.) Çocuğunuz ise kıyasladıklarınızın hep aksini yapacaktır. Çünkü; onun tek amacı kendi kişiliğinin kabul edilmesi, onaylanmasıdır.

Onları izleyin:  Ergenlik döneminde genç, aile içi çatışmalardan eğitim sorunlarına, madde bağımlılığından intihar olaylarına kadar pek çok sorunla karşılaşabilir. Bu nedenle ebeveynler, gencin her adımını dikkatle izlemesi gerekir. Gence güvenmek ve güvendiğinizi hissettirmek onun sağlıklı bir kişilik geliştirmesinde büyük rol oynar. Ona güvenmediğinizi hissettirmek de aile sorunlarını artırır. Ebeveynler, çocuklarının güvenini sarsmadan onların okul başarılarını, arkadaşlarını ve yaptığı etkinlikleri takip etmeleri gerekir. kendi haline bırakılan genç,  istenilmeyen sosyal bir çevreye girebilir. Oluşan bu sosyal çevre gencin olumsuz davranışlar benimsemesine, davranış ve kişilik sorunlarına,  okul başarısının düşmesine yol açabilir. 

Beğendiğinizi  belli  edin: Onu bir birey olarak beğendiğinizi hissettirin. Onlar için en önemli konuların başında beğenmek ve beğenilmek olduğunu  unutmayın. Bedensel yapısında meydana gelen değişimlerden dolayı gencin, beğenilmeme kaygısı taşıdığını bilmeniz gerekir. Gencin bedensel yapısını kesinlikle alay konusu yapmaktan kaçının.

Baskıcı olmayın: Gençlerin en çok önem verdikleri şey, adam yerine konulmaktır. Ufak tefek olaylar sorun haline getirilmeden ve çocuk elden gidiyor paniğine kapılmadan çözüm için gençlerle birlikte hareket edilmelidir. Ergenlikte yaşanan fiziki değişimler de genci zaman zaman kontrolsüz davranışlara itebilmektedir. Bu dönemde çocukların istekleri konusunda baskıcı olmak yanlıştır. Gençler çok şey istemiyorlar aslında. Büyüdüklerini, kendi doğrularının da olduğunu ve bunlara değer ve önem verilmesi gerektiğini düşünerek kendi hayatları hakkında karar vermek ve söz sahibi olmak istiyorlar. Ben büyüdüm, çocuk değilim demekle çok şey mi istiyorlar acaba?

Siz düşüncelerinizi, isteklerinizi kabul ettirmekte, gencin davranışlarını değiştirmekte ne kadar inatçı olursanız o da, o kadar direnç gösterecektir. Gençler, kendi kişiliklerini, ebeveynlerine göstermek ve onlara kendini kabul ettirmek için otoriteye boğun eğmezler. Baskılar onları daha da itaatsiz yapar.

Güvenini zedelemeyin: Gencin ailesine, ailenin de çocuğuna güvenmesi önemlidir. Verdiğiniz sözde mutlaka durun. Gencin size güvenerek sadece sizin bilmenizi istediği sırlarını başkasına anlatarak güvenini zedelemeyin. Ayrıca, yaptığı bir hatayı size açtığında ona aşırı tepki göstermeyin. Çözümü kendisinin bulmasını sağlayın. Çözüm üretme sürecine mutlaka dahil edin.

Onu asla alay konusu yapmayın: Ergenlik çağındaki gençlerin en büyük sorunlarından birisi de kendisiyle dalga geçen bir ebeveyne sahip olmaktır. Ergenlik dönemini utanç, öfke ve nefret duygularıyla yaşamaması ve ilerleyen yaşlarında sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için çocuğunuzun bedenindeki değişimlerle ilgili sorularına açıklayıcı ve merakını giderici cevaplar verin. Vücuduyla barışık olmasını sağlayın. Kızlarda göğüslerin büyümesi, erkeklerde tüylenme, sesin çatallaşması, sivilcelerin çıkması gibi ergenlik belirtileriyle asla dalga geçmeyin. Utanacağı sözlerden ve davranışlardan kaçının, vücudundaki değişimleri kesinlikle alay konusu yapmayın.

Sorumluluk verin:  Ebeveynler, çocuklarına kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenmeleri konusunda yeterince destek olmamalarından kaynaklanan sorunlar yaşarlar. Ergen, hayatında yanlış giden şeylerin sorumluluğunu kabul etmeyi öğrenince, iyi giden şeyler için de kendisine değer vermeyi öğrenir. Sorumluluk bilincinin gelişebilmesi için, sorumluluk alabileceği bir ortamda yetişmesi gerekir. Ergenin yetiştiği ortamda kendisine seçim yapma ve yaptığı seçimin sonuçlarından sorumlu olma fırsatı verilmemişse sorumluluk duygusunu geliştiremez. Sorumluluklar, iç denetim sayesinde kazanılır. İç denetimde korkuya yer yoktur. Ödül- ceza yönteminde gencin sorumlulukları otoriteye bağlıdır. Sorumluluk otorite olmadığında ortadan kalkar. Yapılan iş, eylem sonucunda ödül almaya veya ceza görmeye alışık gençler, bu faktörlerin yokluğunda işi yapmaktan vazgeçer ve gerçek sorumluluk gelişmez.

Aile hayatında kurallarınız olmalıdır: Her ailede gerek açık, gerekse kapalı aile kuralları vardır. Sağlıklı ailelerde kurallar gizli değil, açık olarak belirlenir. Her ailede küçük de olsa çatışmalar yaşanır. Ve bu çatışmaların olması normaldir. Hiç çatışma yaşanmayan bir evde büyük olasılıkla birbirlerinden kopuk insanlar yaşıyordur. Önemli olan çatışmanın çıkmasını önlemek değil, çatışma çıktığı zaman kişilerin birbirleriyle nasıl etkileşim kuracaklarını bilmesidir.

Ebeveynlerin yanlış davranışları:

 1. Gereksiz yasaklar koyup nedenlerini açıklamamak:  Ebeveynler, çocuklarına neden o şekilde davranmayacaklarının açıklamasını yapmıyorlar. Anne- babanın yaklaşımı  çocuklarının özerklik davranışlarını engelleyici nitelikte olmamalıdır. Ergenler, kendilerini kısıtlanmış hissederlerse protesto edici davranışlara yöneliyorlar.

2. Sorunlarıyla baş başa bırakmak: Yanlış yaptığında, onu yalnız bırakarak cezalandırmak, yapılabilecek en büyük hatadır. Ergen, ailesiyle dertleşemediği için zamanla içine kapanır. Zamanla bu durumu kaldıramaz, en ufak bir olayda kapana kıstırılmış hisseder. Özellikle terk edilme durumlarında yoğun stres yaşar. Ailede ölüm olaylarının yaşanması genci olumsuz etkiler. Anne- babanın şiddetli kavga etmeleri ve çocuklarını taraf tutmaya zorlamaları çok yanlıştır. Boşanma durumlarında iki taraftan birinin genci aramamaya başlaması gencin güvenebileceği, destek alabileceği anne ya da baba modelinden birini kaybettiği anlamına gelir. Bu da gencin yalnız kalmasına ve problemlerini tek başına çözmeye çalışmasına neden olur. İşin içinden çıkamadığı durumlarda da genelde kendisinden daha sorunlu bir arkadaşıyla dertleşmeye başlar. Yetişkinler için stres oluşturmayacak bir durumun, gençler için önemli bir sorun olabileceği göz ardı edilmemelidir.

3. Kuralları belirlememek:  Çocukluktan gençliğe adım atan gencin ailesine ait görev ve sorumlulukları hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Bu bilgilendirme gence aynı ailede yaşamanın gerektiği davranışları yapma yükümlülüğü getirirken ailesine olan bağlarını da güçlendirir. Ailenin, gence uyması gereken kuralları açık ve net bir biçimde açıklaması gerekir.

4. Tutarsız davranmak: Ergenin kişilik sahibi biri olması ailenin tutarlı davranmasıyla son derece ilişkilidir. Sürekli çelişkiyle karşılaşan genç, kendisinde çelişkiler oluşturan kişi ve davranışlara bir süre sonra duyarsız kalır. Anne babasını sorgulamaya da başlar aynı zamanda. Bu da aile içi çatışmalara neden olur. Örneğin; bir davranış anne tarafından kabul edilemezken baba tarafından kabul ediliyorsa, genç kendi içinde çatışma yaşayabilir. Hatta bir davranış bir gün anne- baba tarafından yorgun oldukları için kabul görmezken, bir başka gün aynı davranışın kabul görmesi tutarsızlığa örnektir.

5. Katı disiplin uygulamak:  Ebeveynlerin gence katı kurallar koyması ve genci disiplin altına tutmaya çalışması sorunların büyümesine yol açabilir. Aile içindeki bireylerin ihtiyaçları, günün değişen yaşam koşulları dikkate alınmadan konulan kurallar kalıplaşmış ve katılaşmış aile yapısının ortaya çıkmasına neden olur.

6. Genci dikkate almamak:  aile hayatı ortak yaşam alanıdır. Aile içi kuralların sadece anne- babaya göre belirlenmesi kuralların kabul edilebilirliği ve uygulanabilirliği açısından sorun oluşturabilir. Bu durumda, kurallardan hoşnut olmayan genç kendisine haksızlık yapıldığını ve önemsenmediğini düşünebilmektedir. Kendisini geliştiremeyen, anne ve babanın istekleri doğrultusunda hayatını sürdüren genç, ileri yaşlarında sorumluluk almaktan kaçınan, kendisini yönlendirecek otorite arar.

7. Gence söz hakkı vermemek:  Gencin duygu ve düşüncelerini rahat bir şekilde ifade etmesi aile bağlarını ve aile içi iletişimi güçlendirir. Herkesin kendi dünyasında yaşadığı aile yapısında ise aile üyelerinin birbirlerine sınırlar koymasıyla, zamanla farklı sorunlar oluşmaya başlamıştır.

Anne- baba ve genç arasında bir çatışma çıktığında Sorun çözme becerisi çok önemlidir. Genellikle 3 yöntem ile sorun çözülmeye çalışılır:

  1. Anne babanın kazandığı, gencin kaybettiği yöntem:  Anne, baba ve genç arasında bir çatışma yaşanınca anne- baba kendi çözümünü gence kabul ettirmeye çalışır. Genç, anne ve babanın önerdiği çözümü kabul ederse herhangi bir sorun oluşmaz, fakat kabul etmezse anne ve baba otoriter bir tavır takınarak genci boyun eğmeye, itaat etmeye zorlar. Bu durumda anne- baba kazanmış genç kaybetmiştir.
  2. Anne- babanın kaybettiği, gencin kazandığı yöntem: Anne baba ve genç arasında bir çatışma olduğunda anne ve baba önce kendi çözümlerini kabul etmesi için genci  iknaya  çalışır. Eğer genç ikna olmazsa,  karşı koyarsa ve kendi istediği şeyi yapmakta diretirse anne ve baba gencin istediğine razı olur. Bu durumda genç kazanır anne ve baba kaybeder.
  3. Anne, baba ve genci kazandığı yöntem (Kazan- kazan yöntemi) : Bu yöntemde anne, baba ve gencin arasında oluşan sorunu birlikte çözmeyi amaçlayan bir yöntemdir. Çatışma durumunda anne, baba ve gençten her iki tarafın da kabul edebileceği bir çözüm önerisi üzerine konuşulur. Çözüm bulma arayışına gençte davet edilir. Karşılıklı çözümler üretilir. Bu süreçten hiç kimse yara almaz. Herkes kazanmış olur.

Son olarak şunu ilave etmek istiyorum. Ergenlik çağındaki bir gence ebeveyninin yapabileceği en büyük yardım; onu anlaması, sorunlarla karşılaştığında onun yanında olduğunu hissettirmesidir.

Karşılaştığınız sorunları çözmekte zorlanıyorsanız, her geçen gün sorunlar, sorun yumağına dönüşüp daha da işin içinden çıkılmaz hal almaya başladıysa mutlaka bir uzmandan destek alınız.

Sevgiyle ve Sağlıkla kalın 🙂

Erol AKDAĞ
Klinik Psikolog

Mutlu evliliğin Pin kodları ve Evlilik, Çift Terapisi

Mutlu evliliğin pin ve puk kodları

Mutlu evlilik şans değildir. Rastgele kendiliğinden oluşmaz.  Emek, sabır, çaba, özveri, uzlaşma, anlaşma ve önemsemenin bir ürünüdür.

Sağlıklı ve mutlu bir evlilik için sevgi, saygı ve güven ilişkisinin kurulması gerekir. Evlilik ya da aşk ilişkisi bu 3 önemli ayak üzerine kuruludur.  Bunların yanında şefkat, beğenilme, onaylanma, arzulanma  duygularının da karşılanması gerekir. 

Konunun daha iyi anlaşılması için Pin ve puk kodlarını maddeler halinde sunmak istiyorum.

  1. Duyguların paylaşılması: Eşler birlikte ağlayabilmeli ve  gülebilmeliler.  Seni seviyor(d)um sözünü  karacaahmete bırakmamalılar. Her fırsatta sevgi sözcüklerini kullanmalılar. Sevgilerini her şekilde gösterebilmeliler. Seni seviyorum demenin sözel olmayan bin bir çeşit yolu vardır.  (hediye almak,  gün içinde telefon açıp aklımdasın seni özledim demek, değişik bir yemek hazırlamak, yollanılan güzel bir email ya da resim, bir demet çiçek hafta içi ya da hafta sonu birlikte yapılacak gezi, sabah işe giderken öpücükle ayrılmak, eş eve geldiğinde kapıda sevimli bir yüz ifadesi ile güzel giysiler içinde karşılanmak v.b.)  dokunmak, sarılmak, ele ele televizyon izlemek, sarılarak uyumak,  farklı ve özel olduğunu hissettirmek. 

Eşler birbirlerine sadece kendilerine ait, birbirlerinin hoşuna giden güzel hitaplarla seslenmeyi alışkanlık haline getirmelidirler. ( bir tanem, bebeğim, aşkım v.b.)

  • Sorumlulukların paylaşılması:  Ev işleri, çocuk bakımı, alış veriş v.b tek kişinin sorumluluğunda olmaması gerekir. Eğer kadın da çalışıyorsa, ev işlerinin yapılmasına erkek de yardımcı olmalıdır. Çocuğun bakımı sadece anneye yüklenmemelidir.
  • Düşüncelerin paylaşılması : (Eşler düşüncelerini birbirleriyle rahat bir şekilde ifade edebilmelidir. Yargılanmaktan eleştirilmekten korkmamalıdır. Eşler birbirleriyle konuşmak, dertleşebilmek  için zaman ayırmalıdır. Derinlemesine konuşabilmeliler.  Bir dost gibi  )
  • Çocukların geleceği ile ilgili ortak kararlar alabilme becerisi: çift sadece çocuklarım annesiz ya da babasız kalmasın diye evliliğini sevgi olmadan sürdürüyorsa, sorunlu bir evlilik yaşandığından dolayı da çocuklar ruhsal olarak olumsuz etkilenmektedirler. Kişi, kendisini feda ederek çocukları için evliliği hasbelkader sürdürmek zorunda olmamalıdır.  Sadece çocuklar için, her türlü olumsuzluğa rağmen evliliği sürdürmek kişinin erken yaşta tükenmesine yol açar. Ve çocuklara da faydası olmaz. Çünkü kendi sıkıntılarını, sorunlarını çocuklarına da yükleyebilmektedirler.
  • Ekonomik konularda mutabakata varabilmek: evlilik ev arkadaşlığı değildir, eşler ekonomik konularda birbirlerinden onay almaları gerekir bu eşe değer vermenin göstergesidir. Sen benim için önemlisin, bu ikimizin bütçesi,biz birlikteyiz, sensiz bir karar vermiyorum, senin onayın önemli  mentalitesinin hayata geçirilmesi gerekir.
  • Sınırların belirlenmesi ve korunması:  Ebeveynler çocuklarının büyüdüklerini ve kendi ayakları üzerinde durabileceklerini kavrayamamış olabilmekte ve sürekli çiftlerin her şeylerine, aldıkları karara kadar, bütçelerine kadar karışabilmektedirler.  Ebeveynler çocuklarını karşı aşırı kollayıcı olmakta ve onlarda bağımlı bir kişilik oluşturarak, kendi başlarına yaşayabilme becerilerini ellerinden almaktadırlar. Bu gibi durumlarda aileler gençlerle aynı dairede ya da apartmanda yaşamakta, gençlere sık sık müdahale etmektedirler. Bu gibi durumlarda sınır sorunları yaşanır. Baba – oğul, gelin – kaynana çekişmeleri,  damat – kayınpeder  ya da eltiler arası geçimsizlikler yaşanabilmektedir. Çift çevreden gelebilecek baskı ve zorlamalara göğüs gerecek yapıda değil ve bunun için gerekli maddi ve manevi güce sahip değilse birbirlerine ve evliliklerine sahip çıkamayabilirler. Kişi kendine, eşine, mesleğine ve çevresine yeterli zamanı ayırmazsa bunlardan biri bile aksasa diğerleri de zaman içinde zarar görür. Kişi sadece arkadaşlarını ön plana alıyor, eve geç geliyor, eğlenceye ayırdığı zamanın tümünü eşi olmadan değerlendiriyorsa evliliğinde ciddi sorunlar yaşayabilir.  Herkesin yeri ayrıdır ve hiçbiri diğerlerini yok etmemelidir. Aşırı işle vakit geçirmek evin ihmal edilmesine yol açıyorsa iyi bir eş, iyi bir anne – baba olunamaz. Bu tıpki şu metafora benzer: İnsanların günlük hayatları sirklerde göstericinin 4-5 topu bir arada döndürmesi davranışı gibidir. Her top belli bir sürede elde tutulmalıdır ve birbirleriyle aynı hız ve doğrultuda atılmalıdır toplardan birisi elde fazla tutulur ya da yavaş atılırsa, diğer toplarda düşer.

Evlilikte uygunsuz beklentiler de sorun oluşturur. Ayağı yere basmayan aşırı romantik beklentiler çifti hayal kırıklığına uğratabilir. Histrionik kişilik özellikleri olan kişiler sürekli olarak aranılmak, istenilmek, beğenilmek, ilgiyi sürekli üzerlerinde görmek isterler. Eşlerinin yanında sürekli bir numara olmak isterler. Oysa evlilik bir çocuk oyunu, oyuncağı değildir. Kişi çevresine, işine de zaman ayırmalıdır. Kişi evlenerek başkasının özgürlüğünü tamamen satın alamaz, almamalıdır. Sadece duyguları ile hareket edenler, hüsrana uğrarlar. Duygular ve mantık el ele yürümelidir.

Çiftler evliliklerinde sürekli olarak her şeyi birlikte yapmak zorunda değildirler. Bireyler zaman zaman kendi arkadaşları ve çevreleri  ile de birbirlerinden ayrı zamanlar geçirebilmelidirler.  Kişi kendisine tanıdığı hakların aynısını eşine de tanımalıdır. Aksi halde efendi – köle ilişkisi olur.

Kişi bütün hayatını eşinin üzerine kurmamalıdır, her şeyi eşinden beklememelidir. Kişi yaptığı işlerle ve çevresiyle ilişkilerinde doyum sağlayabilmelidir. Aksi halde eşini kıskanır ve onun hayatını kısıtlamaya başlar. Bu durum evlilikte çatışmaya dönüşür.

  • Güç ve otorite savaşları: Evlilik bir güç mücadelesi veya bir meydan savaşı değildir. Olmamalıdır.  Bu şekilde elde edilecek bir zafer de pirus savaşı zaferi  gibi olur yani iki tarafta mücadeleden kırgın, yorgun  ve yıpranarak çıkar. Hep ben haklıyım, o haksız, en doğrusunu ben bilirim, benim sözüm kanun şeklindeki yaklaşımların olabildiği narsisistik ve obsesif kişilikler bir diğerinin üzerinde otorite kurmaya çalışabilir. Bu durum sürtüşmelere yol açar.

Çiftleri oluşturan bireylerden biri, diğerinin haklarını çiğniyorsa, onun özgürlük alanına müdahale ediyorsa, kararlar sürekli tek tarafın isteği doğrultusunda alınıyorsa, evlilikte çok yoğun çatışma yaşanır.

  • Cinsellik: Mutlu ve kaliteli bir evlilikte cinsel doyum çok önemlidir.  Cinselliği asla ihmal etme. Cinselliğin evliliğin önemli unsurlarından biri olduğunu unutma. Bayanlar dişiliklerini kaybetmeliler. Yatak odasında anne gibi olmamalılar.  Kadınlar genelde evlendikten sonra dişi kimliklerini ikinci plana atarlar. Yani yatak odasındaki rolleriyle mutfaktaki rollerini karıştırırlar. Kadın ve erkeğin evliliğe bakışı aynı değildir. Erkekte erotizm, kadında romantizm ön plandadır. Kadın erotizm vererek romantizm bekler, erkek ise romantizm vererek erotizm ister. Kadın erkeğin erotizm, erkek ise kadının romantizm ihtiyacını karşılamazsa evlilik zarar görür.  Cinsel yönden sorun yaşayan çiftler de her şey sorun olmaya başlar. Hiçbir şey yolunda gitmemeye başlar. Evlilikte sorunlara yol açan cinsel sorunlar arasında kadınlarda vajinismus, anorgazmi;  erkeklerde ise  erken boşalma ve erektil fonksiyon bozuklukları başı çekmektedir.  Cinsel sorunlarda erken tedavi çok önemlidir.  Cinsellik sevgi ile birleştirilmeli, mekanik bir eylemden çok, adeta bir güzel sanatlar gösterisi şekline dönüştürülmelidir.
  • Boş zamanları birlikte ve kaliteli geçirebilmek:  Çift her iki tarafın da haz alabileceği etkinlikleri planlamalı ve uygulamaya geçirmelidir. İlişkiyi canlı tutmak için baş başa  aktivitelerde bulunmak lazım.  “ Evliliğe işinize ayırdığınız kadar zaman ayırın. “  yatırım yapılmayan ve iyi ilişki kurulamayan evliliklerde sevgi ve saygı buna bağlı olarak da güven ciddi zarar görür.
  1. Çatışma ve sorunlarda çözüm odaklı olabilmek: Her evlilikte ve her yakın ilişkide çatışma kaçınılmazdır. Sorun yaşandığında karşı tarafı suçlamak, yargılamak ve cezalandırmak kolaya kaçmaktır. Mutlu eşler hata bende, ben değişirsem sorunu aşarız yaklaşımı vardır. Ya da sorunda kendi payına düşen kısmı görüp onu gidermeye çalışır.

Eşlerini değiştirmeye çalışmazlar:  Eşlerini olduğu gibi kabul ederler. Her sorunda kendi sorumluluklarını  kendi paylarını görürler.  Sorunda  kendi paylarına düşen kısmı değiştirirler. Evliliğe zarar veren şeylerden birisi de tarafların birbirini değiştirmeye çalışmasıdır. Değişmek gerekiyorsa öncelikle kişi kendisinden başlamalıdır. Aksi halde savunma ve ardından saldırı başlar.

  1. Sağlıklı bir evlilikte önce evlilik, sonra çocuklar gelmelidir.
  2. Her gün birbirinize sevgi sözcükleri söyleyin. (seni seviyorum, benim için önemlisin, sen benim kolum kanatsın v.b )
  3. Eleştirileriniz varsa onu sevdiğinizi hissettirerek yargılamadan suçlamadan ben diliyle konuşarak söyleyin.
  4. Geçmişteki hatalarını gündeme getirmeyin.  Eşinin hatalarını ve kusurlarını örtmede gece gibi ol.
  5. Hiçbir zaman ikiniz de aynı anda sinirlenmeyin. Öfkeli insan hiç kimseyi duymaz, hiçbir şeyi önemsemez, gözü kör kulağı sağır olur. Açar ağzını yumar gözünü. Eğer eşinle aynı anda öfkelenirsen; mekanı terk et, nefes al sakinleş, eşinin de sakinleşmesini bekle.
  6. Asla dargın olarak uyuma.
  7.  Sevgini göster: bir çiçekle, bir sevgi sözüyle, bir okşamayla, hatta ağzına bir üzüm vermekle sevgini göster.
  8. Eşinin sevgi dilini öğren. ( nitelikli beraberlik, onay sözleri, hizmet davranışları, fiziksel temas, hediye)
  9. Eşini zevklerini öğren: mutluluk almaktan çok vermekten geçer.
  10. Eşine karşı en azından iş arkadaşlarına, müşterilerine, amirlerine davrandığın kadar nazik ve saygılı ol.
  11. Lütfen ve teşekkür ederim repliklerini ihmal etme.
  12. Eşini inciteceğini bildiğin sözleri, eleştirileri ve hakaretleri asla yapma.
  13. Aileyi ilgilendiren tüm önemli kararlarda eşine danış. Unutma ki; verdiğin her karar aileni de ilgilendirir. Katılabilecek yaşlarda iseler çocuklarını da istişareye kat. Birlikte karar verin.
  14. Takdir etmesini bil. Eşinin yaptığı her güzel ve yararlı işi, ne kadar küçük olursa olsun takdir et. (yemeklerden sonra eline sağlık çok lezzetli olmuş diyerek onore et. Emin ol daha iyisi gelecektir.)
  15. Evlilikte roller karıştırılmamalıdır. Örneğin; baba evde iş adamı veya asker rolünü devam ettirmemelidir. İş ve ev birbirinden ayrılmalıdır.
  16. Eşler birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. Duygusal ihmal çoğunlukla  kadınlarda depresyona, erkekte ise aldatmaya neden olur.
  17. Dozunda kıskan ve kıskandır. Elde keklik olma. Merak eden değil, merak edilen ol.
  18. Eşle empati yapabilmek önemlidir. Eğer eşler, kendilerini karşılarındaki yerine koyamıyorsa yani empati yapamıyorsa, hep ben haklıyım, eşim haksız diyorsa, suçu karşısındakine (eşine) atıyorsa, kendi üzerine düşen sorumlulukları yapmıyor, çözmek için çaba sarf etmiyorsa evlilik için yeterli olgunlukta değil demektir. Evlilikte uzun ömürlü olmamaktadır.
  • Eşlerin birbirlerinden ilişkilerinden beklentilerinin netleştirilmesi:  Koca işten eve geliyor. Zile basıyor eşinden hoş geldin karnın aç mıdır aç değilse yorgunluk kahvesi yapayım mı diye bir beklentiyle kapıyı açıyor. Karşısında kaç dakika oldu yarım saattir seni bekliyorum. Nerdesin? Ne halt yedin bu saate kadar? diyen bir eş çıkıyor. Adamın kafasında güler yüzlü , tatlı dilli bir eş beklentisi, akşam sinemaya mı gitsek, gezmeye mi gitsek? Ne yapsakla ilgili planlar ve projeler varken ne oldu? Sistem çöktü errorr verdi.  Beklediği cevabı alamadığında kendi çocukluk döngüleri aktifleşti.  Adam beklediğini bulamayınca kendini geri çeker ve kadın kendinde hata arar. Sevilmediğini, dışlandığını düşünür. Bu kadın borderline ise kötü kendiliğe düşer. Sevilmediğini düşünür. Kötü kendilik oluşuyor ve eyleme vurmalar başlıyor. Bu öfkelenerek öbürünü çılgına çevirmek şeklinde olabilir, ya da her iki taraf gıcıklaşmaya başlar. Gıcıklaşma, aşağılanmayı doğurur, aşağılandıkça da kendisini daha çok geri çeker. Sistem bir kısır döngüye girer.

Evlilikte tehlike çanları ne zaman çalmaya başlar?

  1. İş ve ekonomik konular:  paranın nasıl kazanılacağı ve nasıl harcanağı ile ilgili netlikler olmaması, eşlerden birinin onaylamadığı biçimde başkalarına mali destek sağlanması v.b.
  2. Ana baba olma: Çocukların bakımını kimin üstleneceği, eğitimlerinin nasıl olacağı, disiplinlerinin nasıl sağlanacağı.
  3. Zaman ayırma ve iletişim: Eşlerin birbirlerine, çocuklarına , arkadaşlarına, akrabalarına ayırdıkları zamanın miktar ve kalitesi, karı kocanın birbirlerine yeterli zaman ayır(a)mamaları çift olmalarını engeller. Çiftlerin en sık yakındıkları şeylerden biri  “ biz konuşamıyoruz ”  veya “ artık konuşacak bir şey bulamıyoruz “ olmaktadır.
  4. Çekirdek aile olamama:  eşlerden biri, genelde erkek olanın ailesiyle birlikte yaşamak ya da eşlerden birinin anne ya da babasıyla birlikte oturmak her  zaman bir sorundur.
  5. “ Sen onların sözünden çıkmazsın ”
  6. “ Bu evde ben neyim ki zaten ”  gibi cümleler suçlayıcı olarak tekrarlanır.
  7. Cinsellik:  Cinsel ilişkinin istenilen sıcaklıkta, sıklıkta veya kalitede olmayışı.
  8. En sık rastlanılan cinsel sorunlar: Erken boşalma, iktidarsızlık, orgazm olamama, cinsel isteksizlik, vajinismus, disparoni (ağrılı ilişki)
  9. Aldatma, aldatılma:  Aldatma durumunda kişiler evlilik kurumuna ihanet ediyor demektir. Aldatmanın özrü yoktur ancak sebepsiz sonuçta olmaz.  Aldatma ve aldatılmanın önüne geçilmesi için Çiftlerden her biri kendini yenileyebilmeli, hayatlarını tek düzelikten koruyabilmelidirler. Çiftler birbirlerini onore etmeli, birbirlerinin zevklerini küçümsememeli, fikirlerine saygı duymalı, bakımlı olmalılar,  ortak plan ve hedefleri olmalıdır. Kişiler kendilerine değer vermez ve bakımlı olmazlarsa, ev içinde sıcak ve güvenli  bir ortam oluşturulamazsa ya da kendilerinde doyumsuzluklar varsa evlilik dışı cinsel birlikteliklere kayabilmektedirler.
  10. Pozitiflikten çok negatiflik:  Eşler arasında pozitif duygulardan daha çok negatif duygular gidip geliyorsa,   eşler sürekli  birbirlerini  eleştiriyor,  küçümsüyor, hakaret  ediyorlarsa  çan sesleri yükselmiş demektir. (Özellikle  Mahşerin 6 atlısı varsa; eleştiri, savunmacılık, küçümseme, duvar örme, saldırganlık, baskı kurma)
  11. Duygusal kopukluk ve içe çekilme:  Şefkatin, ortak mizahın, soru sormanın, aktif ilginin, heyecanın, mutluluğun, desteğin ve empatinin belirgin eksikliği duygusal kopukluklara ve içe çekilmelere yol açar.
  12. Çiftin arkadaşlığının zayıflaması
  13. Kavga çıkartma, yalnız bırakılma  gibi uyarılmaların sık yaşanması.
  14. Sürekli kendini tehlikede hissetme:  Eleştiriye karşı aşırı hassasiyet gösterme,  sürekli gardını yüksekte tutma ihtiyacı hissetme, kendisini sürekli kaygılı hissetme ve bir türlü rahatlayamama.

Evlilikte işler beklendiği gibi gitmez bazen. Tehlike çanları hızlı ve yüksek seste çalmaya başlar. İşte böylesi zamanlarda profesyonel destek almak gerekebilir.

Evlilik Terapistin görevi  Kısır döngülerinin hayatlarını nasıl zorlaştırdığını göstermek ve kısır döngülerini nasıl kıracaklarını öğretmektir.

Evlilik Terapistin bir diğer görevi de  danışanların farkındalık düzeylerini mentalizasyonlarını  artırmaktır. Bir eş diğerine öfkeyle hakaret ettiğinde, diğer eş de aynı şekilde kabararak tepki veriyorsa mentalizasyon seviyeleri çok düşük demektir.  Eşlerden biri eşinin kendisine yapmış olduğu hareketi ona öfkelenmeden ve saldırmadan önce “ o bana ne yaptı? Ben ona şu anda ne yapıyorum?” diyerek (milisaniyeler içinde) yaptığı şeyin anlamını ve sonuçlarını düşünebiliyorsa  mentalizasyon kapasitesi daha yüksek demektir.  Adam işten eve geldiğinde eşinin kendisini bağırarak karşıladığında eşine bağırarak cevap vermeden önce “ Bu kadın neden bu kadar dolmuş acaba bir problemi mi var? Neden bana bağırıyor? diyerek empatik bir tavır sergileyebiliyorsa  mentalizasyon kapasitesi iyidir diyebiliriz.

Evlilik terapisi, evlilikte neyin iyi gitmediğinin anlaşıldığı, ne yapılırsa iyi gidebileceğinin ortak çabasının gösterildiği veya gösterilmediği, bundan sonra da yolun beraber mi ayrı mı gidileceği konusunda bir kararın netleştiği bir süreçtir.  O zamana kadar konuşulmayanların konuşulduğu bir süreçtir.

Evlilik terapisti; çiftin uyumlarını bozan davranış biçimlerini tersine çevirmelerine ya da değiştirmelerine destek olan kişidir.

Çift terapisi, iletişim becerilerinin kazanıldığı terapidir. Eğer insanlar  davranışsal olarak didişme tarzı bir iletişim öğrenmişlerse, bu didişme tarafının onlara zarar verdiğinin gösterildiği terapi yöntemidir.

Çiftlerden birinde ya da her ikisinde düşünce şemalarında bir hata varsa; yanlış anlama, yanlış yorumlama, yanlış değerlendirme gibi o zaman  bu yanlışları düzeltici terapi yapılır.

Eğer problemin kaynağında dinamik sorunlar varsa; kişilik ve kendilikle ilgili döngüler üzerinden terapi çalışması yapılır.

Çift terapilerinde tek görüşme yapılmaz, her zaman ikisiyle beraber görüşme yapılır. İlk görüşme tek tek yapılır. Çift terapisine uygunluklarına bakılır, sonra çift olarak devam edilir. İçlerinden birisi terapiye rıza göstermiyorsa,  boşanmayı düşünüyorsa, çift terapisi olmaz, diğerinin zoruyla getirildiyse terapi işe yaramaz.

Boşanma sürecinde olan insanların sağlıklı boşanma konusunda yardım talebiyle de gelebilirler.  Sağlıklı bir şekilde boşanmalarına destek almak, çocuklarına ve kendilerine zarar vermeden ayrılmalarına yardımcı olmak da terapötiktir.  En önemli terapi şekillerinden birisidir. Ayrılmak isteyenleri  birleştirmek terapistin görevi değildir. Tercih her zaman onlara, çiftlere  aitir. Eğer onlar ayrılmaya cesaret edemiyorlarsa bu cesaret üzerine konuşulur.  Neden ayrılamadıklarını, onları bağlayan duygular üzerine konuşulur.  Ne boşanmalarına ne de barışmalarına karar vermek terapistin işi ve görevi değildir.

Çift terapisi aslında biz evliliğimizi sürdüremiyoruz, evliliğimizin bitmesini istemiyoruz, bize yardımcı olur musunuz? diyen kişilere yapılır.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog

Kadınlarda Cinsel İlgi ve İstek Bozukluğu

Cinsel isteksizlik denilince ;  Cinsel  eylem yetisinin (becerisinin) sağlam, normal  olmasına rağmen cinsel etkinlik ile ilgili isteğinin olmaması anlaşılmalıdır.

Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmaması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur.

Cinsel ilgi ve istek bozukluğu tanısının  konulabilmesi  için cinsel terapistin, danışanın  yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevlerini etkileyen etkenleri göz önünde bulundurarak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varması gerekir.

Gerçekten de azalmış cinsel isteği değerlendirmek, kültürel, sosyal, dini, psikolojik ve bedensel bir dizi etkenle son derece karmaşık bir etkileşim içerisinde olması nedeniyle ciddi güçlükler içermekte olup bu alanda deneyimi gerektirmektedir.

Cinsel isteği değerlendirme ölçütleri nelerdir?

Cinsel birleşme sıklığı, cinsel düşünce ve fantezilerin sıklığı, orgazm ile sonlanan cinsel etkinlik sayısı,

Danışanın  subjektif cinsel ilgi ve isteği ve  gerçekte istenilen ideal cinsel istek sıklığına göre değerlendirme yapılır.

Cinsel ilgi ve istek bozukluğunda  Primer/sekonder, durumsal/total ayrımı önemlidir.

Primer cinsel istek azlığı, çok yüksek oranda intrapsişik süreçlerle ilgilidir.

Sekonder cinsel istek azalmasının altında, ilaç yan etkileri ve sıklıkla depresyon ya da psikojenik travma gibi psikiyatrik bir sorunun yatma olasılığı göz önünde bulundurulmalı ve mutlaka psikiyatrik değerlendirme  için bir psikiyatriste  yönlendirilmelidir.  

Semptomların (Belirtilerin)  ortaya çıkmasından önce yaşanan olaylar, travmatik öyküler  mutlaka değerlendirilmelidir. (ölüm, kaza, aldatmalar,  öfke patlamaları v.b)

Nedenleri:

Cinsel isteksizliğin birden çok neden-sonuç ilişkisi vardır.

Çoğunlukla  insan ilişkilerinden kaynaklanan ve eşleri etkileyen stres faktörlerinden  kaynaklanır. Nadiren de olsa organik nedenlerden dolayı da olabilmektedir.

Yaş, genel sağlık sorunları, geçmişteki olumsuz cinsel eylemler ve deneyimler, evlilik ve ilişki sorunları, depresyon, dini inançlar, OKKB, cinsel kimlik gelişiminde kusurlar, gebe kalmaktan ve cinsel yolla bulaşan hastalık kapmaktan korkma, başarısızlık korkusu, güvensizlik, suçluluk duyguları, cinsel ilişkinin sıklığı ve niteliği, eşin buna yanıtı soruna katkıda bulunabilir.

Kadın bir erkekle birlikte cinsel zevk almasına izin vermek konusunda bilinçsiz bir çatışma barındırmaktadır. Bu çatışmalara karşı savunmalar özellikle kadının tepki vermesini engeller.

Doğumdan ve menopozdan sonra  daha sık görülebilmektedir.                                

Duygusal, sosyal, ekonomik konularında yaşanılan  çatışmalar hem sorunun kaynağını oluşturabilmekte hem de terapi sürecini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Tedavisi:

KISA YOL HARİTASI OLUŞTURULUR.  Bir müddet cinsel birleşmenin yasaklanması, ruhsal ve cinsel bilgilendirmelerin yapılması,  İdeal ortamı oluşturma,       Liste hazırlama ev ödevi,  Olumsuz düşünceleri ile inanışlarının listesini oluşturma, Cinsel istek günlüğü tutmak, başlama reddetme eğitimi, rol oyunları oynama egzersizi,            Sensetif Fokus – Okşama Ödevi, Evlilik ve Çift Terapisi, Cinsel eşe karşı ambivalans ve öfkeyi azaltmak, eşler arasında iletişimi artırmak,  evlilikle ilgili çatışmanın çözüme kavuşturulaması ,  partnerin fiziki cazibesinin ve cinsel becerilerinin arttırılması, aşk hissinin arttırılması, güç dengesizliğinin giderilmesi gibi konular öncelikle  ele alınır.

Ayrıntılı psikolojik öykü ve evlilik öyküsü alınmalıdır.

Kadının cinsellikle ilgili değer yargıları, yanlış inançları üzerine çalışılmalıdır. Yeni duygusal ve cinsel teknikler elde etmek, Seks sırasında erotik olmayan düşüncelerin dışlanması, cinselliği olumlu bir şekilde gündemine almasını ve nasıl haz alabileceğini öğrenmesini sağlamak,  orgazm ile ilgili, önyargıları azaltmak terapide çalışılması gereken konulardandır.

Cinsellikle ilgili temel bilgilendirme yapılır. Güzel sevişme sanatının öğretilmesi gerekir.

Kadının cinsellikle ilgili suçluluk ve günahkarlık duygularıyla baş edebilmesi için, tüm insanlar doğuştan cinsel dürtüye sahiptirler.  Cinselliğin her kadının en doğal gereksinimi ve hakkı olduğu teması  işlenir.  Cinselliğin doğal bir süreç olduğu ancak öğrenilmesi gereken ve belirli deneyimleri olan tarafları olduğu teması işlenir.

Eşinin  cinselliğe bakış açısı ve cinsel davranışları  terapi sırasında mutlaka ele alınmalıdır  ve yanlış davranış patternleri düzeltilmelidir.

Eşiyle (partneriyle) olan duygusal, sosyal , ekonomik  ilişkilerindeki çatışmaların ve ilişkilerinin dinamik altyapısının  mutlaka ele alınması gerekir. Bu nedenle sorunu sadece bireysel ele almaktan ziyade  evlilik terapisi de almalarının önemine değinilmelidir. Doyumlu bir cinsel yaşam için doyumlu bir ilişkinin gerekliliği de anlatılır.

Çiftin terapi koşullarına uyumu kadar, birbirlerine özen göstermeleri ve cinsellik için aile, arkadaş ve çocuklarından ayrı özel zamanlar oluşturmalarının  önemi  anlatılır.          

Tedavideki temel strateji; kadının gevşemiş, kaygılı olmayan ve sevecen bir durumdayken yeterli ve yükseltilmiş cinsel uyarıya tepki vermesini sağlayacak şekilde cinsel durumu yeniden yapılandırma girişiminde bulunmasına yardımcı olmaktır.

Cinsel terapide 4 aşamadan oluşan bir müdahale uygulanır.

1-Duygusal farkındalık:

Amaç danışanın kendi cinsel isteğini bloke eden sinirlilik, öfke, endişe, hayal kırıklığı veya korku, kaygı gibi olumsuz hislerini tanımlamasına yardımcı olmak.               

Olumsuz duyguların farkına varılmasını bloke eden bir “şemsiye” vardır. Şemsiye altında yer alan olumsuz duygular tipik olarak suçluluk, günahkarlık, kaygı, endişe,  şiddet, korku, tiksinme veya gücenmedir.  

Ev ödevi mutlaka verilir. Ödevlerin  verilmesi, terapinin duygusal bilinç evresinin bilişsel başlangıcıdır.

Daha derinde yer alan duyguların keşfedilmesi için danışana gevşemesini, gözlerini kapatmasını ve cinselliği kapsayan çeşitli durumları gözünün önüne getirip yeniden tecrübe etmeyi denemesi istenir. (Fantezi modellemesi)

2-İçe Bakış ve Anlama becerilerinin geliştirilmesi:

Amaç danışanın  cinsel isteksizliğinin nedenlerini anlamasını sağlamaktır.

Başlangıç nedenleri, devam etme nedenleri, bireysel, eş sistematiğine bağlı veya tıbbi zemini bulunan nedenlerin üzerinde durulur.

Cinsel isteksizliğin ortak çift sistematiği içindeki nedenleri içinde; evlilikle ilgili çatışmanın çözüme kavuşturulamaması, partnerinin fiziki cazibeden yoksun olması, partnerinin cinsel becerilerinin zayıf olması, aşk hissinin cinsel istek hissiyle kaynaşması (Freud’un prenses/fahişe sendromu), yakınlık korkusu,  aldatma ve diğer güven sarsan davranışlar,  kendisine ait bir alan oluşturma  kaygıları ve  duygularını dışa vurma farklılıkları yer alır.

3-Bilişsel Terapi:

Danışandan  cinsel ilişki hakkındaki olumsuz duygularını yöneten ve böylece cinsel isteğini bloke eden olumsuz düşünceleri ile inanışlarının listesini oluşturması istenir.  Daha sonra, listede yer alan her bir olumsuz maddenin bir pozitif danışan  ifadesiyle eşleştiği olumsuzluklarla başa çıkma listesi geliştirilir.

Cinsel isteği baskılayan ilişki problemlerinin sistemik tedavisinde güç dengesizliğinin giderilmesi önemlidir.  Çünkü;  Gücü elinde tutan birey, sıklıkla değişim motivasyonu göstermez.   Bununla birlikte, cinsel açıdan hayal kırıklığı yaşar hale geldiğinde ilişkinin yapısını yeniden düşünme konusunda daha istekli olabilir.

Bilişsel yeniden yapılandırma

Bilişsel yeniden yapılandırma 3 aşamada yapılır:

 1- Öncelikle mevcut sorun, düşük istekli bireyin sorunu olmaktan ziyade çiftin sorunu olarak görülmelidir.  Yani  diğer eş çözümün bir parçası olmalıdır.

 2- ”Kadına cinsellik önemlidir, senin hakkındır ve doğanda vardır ama bir şeyler seni engellemektedir.” Yani amaç, danışanın eşinin isteklerinden ya da ilişkinin kederinden bağımsız olarak cinsel duygularını hissetmesini ve terapiden bir şeyler elde etmesini sağlamaktır.

3- Erkekler  genellikle terapiye üzgün ve partnerine karşı kırgın gelir. Bu varsayımın yanış olduğunu söyleriz. Aslında kadın acı çekmektedir, isteksiz olmaktan muzdariptir ve durumu için başka seçeneği yoktur.

4-Davranışsal Müdahaleler  – 1.  Cinsel terapinin bu noktasında çiftin daha fazla keyif alacağı veya daha fazla cinsel alışverişe yöneleceği sıcak kanlı davranışları arttıracak metotlar konuşulur  ve başlama/reddetme eğitimi verilir.

Sarılmalar, elle şakalaşmalar,  küçük öpücükler,  el ele tutuşmak, televizyon izlerken birinin diğerinin kucağına oturması,  kol kola yürüyüş yapmak vb. davranışlar sıcak kanlı davranışlara örnek verilebilir.

Daha sonra, terapinin odak noktası cinsel aktivitenin başlatılması yönüne çevrilir.

Her partnerin tercihlerini ve hislerini öğrenmek için rol oyunları kullanılır.

Hastalardan cinsel ipuçlarını görmeye başlamaları ve bir “cinsel istek günlüğü” tutmaları istenir.

Cinsel isteksizlik yaşayan kadından;  kendi erotik fantezilerini oluşturmaları  istenir.

Egzersizler anlatılır: Nefes ve gevşeme egzersizleri ile gevşetmek ve rahatlatmak, fantezi modellemesi, erotik fantezi kurma veya oluşturma egzersiz, klitoris uyarısı, kegel egzersizleri önemlidir.

Erol AKDAĞ

Klinik Psikolog